Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

31 Ocak 2014 Cuma

AEGINA

Merhaba yeniden!

Ege Denizi’nde, Yunanistan ana karasına en yakın adalar olan Aegina, Poros, Hydra ve Spetses adalarının toplandığı körfez Saronic Körfezi olarak adlandırılıyor. Bu körfez adalarının, ayrı ayrı ya da ikili olarak seyahat planlamaya çok uygun olduğu rahatça söylenebilir, ama bunun yanında dört adayı da “hop on hop off” mantığıyla hızlıca ve çok daha ekonomik bir şekilde gezebiliyorsunuz..

Kiklad grubu adalarına duyduğum aşkı bir kenarda tutabilirsem, daha çok yoğun yaz günleri dışında gitmeyi tercih ettiğimiz Saronic Körfezi adalarını özgün halleri ve diğer popüler adaların aksine yaz sezonu dışında da devam eden yaşamları nedeniyle çok sevdiğimi söyleyebilirim. Özellikle de bu durum Aegina için tam ve net olarak söylenebilir, zira bu adada yaşam hiç durmuyor, mekanlar neredeyse hiç es vermiyorlar.

Yazılarımı takip edenler, daha önce körfezin diğer iki adasını ziyaret ettikten sonra yazdığım seyahat yazılarını hatırlayacaktır. Hydra ve Spetses bizi ayrı ayrı çok etkileyen, genel olarak gördüğümüz diğer Yunan adalarına göre çok daha farklı yaşam dinamikleri olan ve yeniden ziyaret etmek için fırsat kollayacağımız adalar olarak anılarımızda yerlerini aldılar.. Aegina ise; 2013 Ekim ayında görme firsatı bulduğumuz ve diğer iki adaya göre hem daha farklı bir sosyal yaşamı olan hem de yüzölçümü bakımından diğer ikiliye göre çok daha büyük bir adaydı. Yaz sezonunun kapanışını yaptık aslında Aegina’da, ama diğer yandan da Yunanlıların o aşırı tatlı rahatlığıyla çevrelendik ve gerçek anlamda dinlenme fırsatı bulduk diyebilirim. Arkadaşımız Stellios’un bu adada yaşıyor olması da bizim için harika bir avantaj oldu, zira en çok onun nefis rehberliği sayesinde toplamda adada geçen dört tam günümüzü her anlamda dolu dolu yaşadık.



Aegina hakkında ilk önce şunu söylemeliyim; Aegina ne Hydra kadar sizi şaşırtacak, ne de Spetses kadar havalı bulacağınız bir ada. Hatta, diğer iki adaya göre oldukça sıradan bir mimariye sahip olduğunu çekinmeden söyleyebilirim. Yunan adası dendiğinde aklımıza gelen o mavi kubbeler, turkuaz kapılar, mint balkonlar, çiçeklerle bezeli şirin beyaz evler elbette yok değiller, ancak kendilerini görmek için etrafa daha dikkatlice bakmak gerekiyor. Bu yorumumu lütfen olumsuz algılamayın, zira bu adada hem ülke kültürünü hem de günlük ada yaşamını deneyimlemek öyle kolay ve zevkli ki; bu sayede adanın güzelliği iliklerinize dek işliyor…

Atina'ya yalnızca 17 km uzaklıkta olan Aegina'ya, Pire Limanı’ndan kalkan hızlı feribotlarla (Flying Dolphin) 40 dakika içinde ulaşılıyor. Feribot firmaları adada yerleşik hayatı olup Atina'da çalışmaya devam eden nüfusu da göz ardı etmediğinden, olumsuz hava şartlarını da düşünmüşler elbette ve bu nedenle körfezin diğer adalarında olmayan bir uygulamayla Aegina seferlerine büyük arabalı feribotlar da eklenmiş. Tabi bu durum Hydra ve Spetses’ten farklı olarak bu adaya araç ile geçiliyor oluşundan da kaynaklanıyor.. (Bizim Hydra dönüşünde yaşadığımız olumsuz tecrübeyi buradan okursanız, büyük feribot avantajının ne denli önemli olduğunu anlayabilirsiniz.)

Bu arada Hellenic Seaways ya da Aegean Flying Dolphins firmalarının hızlı feribotlarıyla günün neredeyse her saati Aegina'ya ulaşabiliyorsunuz.. Arabalı seferler ise daha az olduğundan, seyahat öncesi mutlaka saatlere göz atmak gerekiyor..



Modern Yunan'ın ilk başkenti olan Aegina Adası'nı ziyaret etmek için genel olarak en keyifli vaktin eylül ayları olduğu söyleniyor, zira eylül aylarında adada hem geleneksel fıstık festivali düzenleniyor hem de yazın son günlerini yaşamak için en uygun zaman eylül ayı deniyor. Stellios ise eylül ayı festival nedeniyle kalabalık oluyor, en güzeli Aegina'yı festival sonrası ya da -bizim de yaptığımız gibi- ekim ayı başlarında ziyaret etmek fikrinde çok ısrarcı. Ona göre de bu vakitlerde adanın kendine has yaşamı lokallerle iç içe olarak keşfedilebiliyor ve de çevrede (hele ki hafta içi) turiste pek de rastlanmıyor.

Kişisel olarak, ayaklarım denizin içindeyken mandalina yiyebilmek ekim ayında deneyimlediğim en iyi seyahat anısı oldu diyebilirim.. Huzur bulduğum yaz 
aktivitesi ve en sevdiğim kış meyvesi bir arada.. Kış ayları öncesi enfes bir motivasyondu bu! 





Aegina Limanı'na ulaştığınızda sizi ilk olarak adanın faytoncuları karşılıyor. Limanın bulunduğu bölge adanın merkezi olan Kolona. Fayton ile Kolona ve çevresini genel hatları ile gezmeniz mümkün. Bizim gibi faytonculuğa pek sıcak bakmıyorsanız, bu işi yürüyerek de pek ala yapabilirsiniz. Kolona'nın limana paralel uzanan sahilinde ise sıra sıra uzanmış birçok kafe ve restoran bulunuyor. Yine aynı paraleldeki tüm arka sokaklar ise adanın yaşamına karışabileceğiniz küçük butikler, restoranlar, marketler, şirin pastane ve kahve dükkanları ile adanın enfes seramik dükkanları ve sanat atölyeleri ile donanmış durumda.. Tabi bu çerçevenin içine hala adanın bu tarafında oturan lokallerin evleri ve bahçeleri de giriyor..

Bu sokaklar arasında çok sevdiğimiz ve evinize ya da sevdiklerinize hediyelik eşya almak istediğinizde düşünebileceğiniz Yunanlı seramik sanatçısı Alex Solomou'ya ait olan KEPAMIKA bulunuyor. Mutlaka bu dükkana vakit ayırmanızı öneririm.



KONAKLAMA: 

Aegina'da konaklama adına birçok seçeneğiniz var, ancak Hydra ve Spetses kadar butik işletmelerin varlığından bahsetmek ne yazık ki mümkün değil. Hatta otellerin genel olarak konfor açısından vasat bulduğumu söyleyebilirim.. (Bu bizim seyahat yılımız olan 2013’teki tecrübemiz.. Seneler içinde mutlaka daha nitelikli alternatifler olacaktır..)

Tavsiyem Kolona’nın merkezinde ya da yakın çevresinde konaklamanız. Bu şekilde adayı yaşamak kesinlikle çok daha kolay olur. Fistikies ve Rastoni otellerini son iki alternatif olarak belirleyip, Stellios'un yardımıyla bu iki otel arasından Fistikies'i tercih ettik biz. Otel tertemizdi ve bebek/hayvan dostuydu. Kendi standartları dahilinde sevip, memnun kaldığımızı söyleyebilirim...

 

YEME-İÇME: 

Kolona sahilindeki sıralı restoranlar içinden gönlünüze göre bir tercih yapabilirsiniz. Skotadis bu restoranlar içindeki iyi ve tavsiye edebileceğim bir taverna. Restoranın şefi arkadaşımız Stellios'un kardeşi Sotiri ve torpil yapmadan söyleyebilirim ki; Sotiri yediğiniz her tabağın hakkını veriyor..

Skotadis'in birkaç dükkan yanında Pembh kafe bulunuyor. Pembh, lokaller için Aegina'nın tartışmasız en keyifli kahve ve ögle yemeği mekanlarından biri. Hatta geceleri de barında iyi vakit geçiriliyor. Kolona civarında işi olanların işleri bittikten sonra uğradıkları mahalle barları gibi aslında burası. Tortuga Artcafe Winebar yine aynı sırada bulunan bir diğer mekan.. Lokallerin özellikle kış aylarında adadan turistler çekildiğinde en sevdikleri eğlence mekanları diyebilirim.. 

Kolona sahilinin deniz tarafında akşam yemeği için önerebileceğim ikinci favorim Babis Rastaurant bulunuyor. Deniz kenarında hem lezzetli Yunan mezelerinden yiyebileceğiniz hem de sessizlikte kulağınıza değen dalga seslerinin tadına varacağınız oldukça romantik bir adres kendisi..

Romantiklik demişken; sahilin sonunda ve yine deniz kıyısında bulunan Inn On The Beach'te ada güneşini batırıp yemek öncesi ya da sonrası keyfi yapabilirsiniz..







ADA'nın MİTOLOJİDEKİ YERİ, TARİHİ ve KÜLTÜREL YERLERİ:

Yunan mitolojisine göre tanrıların tanrısı Zeus, nehir tanrısı olan Asopus'un kızlarından en güzeli olan Aegina'ya aşık olmuş ve her zamanki yaramazlığıyla kızı alıp bir adaya kaçırmış. Aegina'nın bu adada bir erkek çocuğu olmuş. Bu çocuk büyüdüğünde adanın kralı olmuş ve adaya da annesinin ismi olan Aegina'yı vermiş.. Zeus'un adadaki tüm karıncaları savaşçılara dönüştürdüğü ve bu savaşçıların Yunanlı kahraman Achilles tarafından komuta edilerek Antik Yunanistan'ın en vahşi savaşçıları olduğundan bahsediliyor... 

Aegina adasının görülmeye değer önemli tarihi yapıları bulunuyor.. Kolona sahilinin arka sokaklarında karşınıza çıkacak olan etkileyici Tower of Markellos yalnızca ada için değil ülke için de çok önemli bir yapı, zira kendisi 1821 yılındaki büyük devrim sonrası devletin kullandığı ilk hükümet binası.. Venedik mimarisi ile inşa edilmiş binanın ismi Filiki Society üyelerinden Spyridon Markellos'a adanmış. Günümüzde bir kültür merkezi olduğundan adalılar da sanat seven ziyaretçiler de bu binada ne tip bir kültürel etkinlik olduğunu takip ediyorlar..

Panagitsa adanın en bilinen kilisesi ya da bazilikası demek daha doğru olur. Kolona sahilinde bulunduğundan feribotla limana yaklaşırken göreceğiniz sahil manzarasına da çok yakıştığını söyleyebilirim.. Sahilde yürüyüş yaparken sık sık önünden geçeceksiniz zaten kendisinin.. Bu yürüyüşlerden birinde içini de ziyaret edebilirsiniz. Bu arada gördüğünüzde de anlayacağınız üzere, bina oldukça yeni bir görünüme sahip. Bunun nedeni de 1673 yılında yapılmış asıl küçük kilisenin 1906 yılında yeniden inşa edilerek büyütülmesi... Bu inşaat sırasında Aphaia Tapınağı'nın yapımında kullanılan kireçtaşlarının kullanılması da ada sakinleri için önemli bir detay..





Yunanlıların dünya edebiyatına kazandırdığı en önemli kalemlerden biri olan Nikos Kazancakis'in evi adada es geçilmemesi gerekenlerden önemli adreslerden biri. Konumu Kolona'nın gerisinde, adanın kuzey batı kanadında kalıyor...

Kazancakis'in evine çok yakın bir yerde, Yunanistan'ın yine dünya çapında isim yapmış sanatçılarından biri olan Christos Kapralos'a ait bir müze de bulunuyor. Christos Kapralos Müzesi, sanatçının 1963-1993 yılları arasında yaptığı heykel çalışmalarını içeriyor. Müzenin hemen karşısında bulunan ve denize karşı konumlanmış Mother isimli heykel de kesinlikle gözden kaçmayacak bir ada detayı.. Heykel, tüm varlığını ailesine adayan Yunan kadınını simgeliyor..



Eğer bizim gibi adaları çepeçevre gezmeyi seviyorsanız, Aegina Adası’nın uzak liman kasaba ve köylerini de keşfetmenizi öneririm, zira bu gezi adayı gerçek anlamda keşfetmenizi sağlayacaktır.. Birbiri arasında kısa mesafeler bulunan ve kolayca ulaşılabilen birçok minik balıkçı kasabası bulunuyor adada.. Tavsiye edeceğim rota şöyle;

- Kazancakis'in evi sonrasındaki yol sizi önce Neoklasik güzel Kypseli'ye ulaştırır. Kypseli, adanın ikinci büyük yerleşim bölgesi ve fıstık ağaçlarıyla çevrelenmiş bir coğrafyası var.. Bize pek keyifli gelen bir de meydanı var köyün ve Evangelismos Kilisesi burada görülmesi gereken önemli bir tarihi değer...

- Daha sonra rotanızı Souvala’ya çevirebilirsiniz. Souvala, kendi halinde şirin bir balıkçı kasabası. Kendi halinde diyorum, ancak Pire Limanı ile direkt bağlantılı seferleri de bulunuyormuş yılın bazı dönemleri.. Bu kasaba için bana göre verilmesi gereken en tatlı bilgi; sularının kireçlenme, romatizma, cilt hastalıkları ve jinekolojik rahatsızlıklar için şifa verici bir özelliğinin bulunması.. Doğal tedavi yöntemleri tercih eden bir yapınız varsa araştırmanızı tavsiye ederim..

- Kypseli sonrası devam eden yol ise sizi önce (birçok Yunan adasında bulunan köy isimlerinden biri olan) Vathy’ye ulaştırıyor. Vathy, adanın ikinci büyük limanına sahip. Bu tip liman bölgelerinde oturup bir frappe içecek vakit bulmanızı öneririm, zira hepsi de aşırı lokal noktalar ve insanları da çok misafirperverler..

- Souvala'dan yola çıkıp, 3,5 km kadar ilerlediğinizde yine minik bir liman bölgesi olan Vagia’ya ulaşılıyor.. Belki bir öğle yemeği arası ya da plajda geçecek bir öğle vaktinde bira ve patates molası verebilirsiniz bu köyde...



Adanın içlerine doğru, özellikle Aphaia tapınağına ulaşmak için yapacağınız turda, yapılış tarihi yeni (1904) olan, ama Balkanların en büyük Ortadoks kiliselerinden biri olduğu söylenen Agios Nektarios‘u planlarınıza katmanızı öneririm.. Bu kilisenin eski bir Bizans manastırı üzerine inşa edildiği söyleniyor ve yapılışında örnek alınan mimari eser, bizim sevgili Aya Sofya'mız. Bu arada Nektarios yaşarken bir aziz olarak kabul görmüş önemli bir isim ada için, zira kendisi tam olarak bir şifacı imiş.. 

Kiliseden sonra yolunuza devam ederseniz bu kez de gözünüze değmesi gereken diğer önemli bölge Paleochora Tepesi’ne ulaşacaksınız. Burayı minik kiliseler tepesi olarak düşünebilirsiniz, zira tepede yaklaşık 38 adet minik kilise bulunuyor (zamanında bu sayı 366 imiş) ve neredeyse bu kiliselerin 20 tanesinin duvar freskleri hala görülebilir durumda.. Paleachora eski Bizans yerleşimi bir Orta Çağ köyü ve 9 ve 19.yy.lar arasında adanın başkenti kabul edilmiş. Konumu korsan sandırılarına karşı şehri koruma amaçlı tepelik olarak belirlenmiş tahmin edebileceğiniz gibi ve bu sayede nefis bir manzara sunuyor ziyaretçilerine.. Manzara dışında eski şehir sokaklarında dolaşmak da kesinlikle yaşanası bir atmosfer..

Bu turun benim için en hatırlanası hissi; yolculuk boyunca evlerin ve insanların giderek seyrekleşip, yolculuğun tamamen yeşillikler arasında dev bir dinginlikle sürüp gitmesiydi.. Öyle ki; bir noktadan sonra arabada müzik dahi olsun istemeyip, tüm camlarımızı açıp doğanın sesine kulak vermiştik. Alpico bile bu dinginlikten nasibini almış, mis gibi bir öğle uykusuna kendini teslim etmişti…. 



Paleochora'dan sonra yola devam ettiğinizde gittikçe daha da tepelere çıkacak ve adanın en önemli tarihi kalıntısı (M.Ö. 5.yy) Temple of Aphaia’ya ulaşacaksınız. Aphaia, Antik Yunan’ın en güzel tapınağı kabul edilirmiş zamanında ve büyük bir şansla, az bir zararla günümüze dek ulaşmış. 

Tapınak kalıntıları 1900'lü yılların başlarında Münih'e götürülmüş ve yeniden bir araya getirtilmeye çalışılmış. Bu sırada başlayan 2. Dünya Savaşı'nda Münih'in bombalanması Yunanları çok endişelendirmiş, ama yine bir başka büyük şansla müzenin bodrum katında bulunan heykel ve kalıntıları hasar görmemişler. Bu serüven sonrası yeniden onarım ve kazı çalışmasına başlanmış ve kalıntılar arasında tapınak öncesi bir yangın nedeniyle yok olmuş bir başka tapınağın kalıntılarına rastlanmış. O tapınağın zamanı M.Ö. 570-510 olarak belirlemiş bilim insanları tarafından. (Bu eski tapınağa ait parçaları Yunanistan'ın çeşitli arkeoloji müzelerinde sergiliyorlar)

Mitolojide Aphaia'nın bir de efsanesi var. Aslında kendisi Girit'in bereket tanrısı Britomartis. Bu tatlı kızın peşine Girit Kralı Minos düşünce, Britomartis ondan kaçmak için kendini denize atıyor. Denizde ise balıkçıların ağına takılıyor. Onu bu durumdan kurtaran da tanrıça Artemis oluyor. Artemis, Britomartis'i Aegina Adası'na bırakıyor ve o da kendini Aphaia olarak tanıtıyor... 

Bir de bonus bilgi; tapınağın bulunduğu bölgeden Agia Marina Körfezi tüm güzelliyle görüş alanınızda olacak. Soluklanmak ve manzaranın tadını çıkartmak için burada kendinize mutlaka az da olsa bir vakit ayırmanızı öneririm. Hatta lokal gençlik hazırlıklı giderseniz enfes bir gün batımı keyfi de yaşayabilirsiniz..

Not: Pazartesi günleri hariç diğer günler 8:30/17:00 saatleri arasında tapınağı ziyaret edebilirsiniz. 



Tapınak sonrası sahile doğru 4 km kadar yol aldığınızda Agia Marina sahiline ulaşıyorsunuz. Geçmişte yalnızca küçük bir balıkçı kasabası olan Agia Marina, uzun zamandır adanın ikinci büyük turistik bölgesi olarak kabul ediliyormuş. Öyle ki; yaz aylarında Pire Limanı'ndan direkt feribot seferi de yapıldığından adanın 
en kalabalık bölgesi olurmuş. Stellios bu durumun yerli halkı hiç rahatsız etmediğini, aksine Kolona'da kısmen de olsa günlük yaşamlarına devam edip, öğle arası denize gitme şanslarına bu sayede devam etttiklerini söyledi.. ;)

Açıkçası biz bu bölgeden görsel olarak pek hoşlanmadık, ancak her halukarda adaya kadar gitmişken bu bölgeye bir göz atmak yerinde olur diye düşünüyorum. Agia Marina sonrası Portes ve Alones gibi ufak köylerden geçerek Kolona sahiline geri dönebilirsiniz.. 



En sevdiğimi en sona sakladım. Perdika 
bizim için adanın en güzel bölgesiydi.. Minik bir liman ve sıralı Yunan tavernalarının bulunduğu bu şirin yerleşimde enfes bir "geç öğleden sonra/erken akşam yemeği" keyfi yaşadığımızı söylemeliyim. Nontas bu anlamda kesinlikle önereceğim bir taverna. Gün batımı vakti bu restoranda ve minyatür ada Moni'ye karşı oturmak gerçekten çok çok keyifli.. Hatta adayı yaz aylarında ziyaret ediyorsanız; günü Moni adasında keçi, tavus kuşu, tavşan ve atlar eşliğinde ve denizinden de faydalanarak geçirip daha sonra minik teknelerle Perdika'ya geri dönerek sofraya oturabilirsiniz..



Moni Adası; Perdika'nın hemen karşısında kalan minyatür bir adacık. Perdika'ya doğru bakan yüzü tamamen çorak görünüyor olsa da bu sizi yanıltmasın, zira adanın diğer kısmı inanılmayacak ölçüde yeşil.. Ayrıca denizi de ada geneline göre çok daha güzel diyebilirim. Biz limandaki küçük teknelerle adaya geçmedik, ama Stellios’un teknesi ile ada çevresinde yüzmenin keyfine vardık...


Herhangi bir adada olduğumuzda hani hep “adayı 360 derece dönmek” ten bahsederim ya ben.. Bunu sevmemizin en önemli yanı; adayı keşfetmek yanında canımızın çektiği her plajda ıslanma şansımızın olması diyebilirim.. Bu tip bir tur yazın kavurucu sıcaklarında adaların içini dışını keşfetmemizi sağlarken sık sık serinlememize de olanak veriyor, bayılıyoruz..

Marathon, Aeginitissa, Klima, Sarpa, Avra ve Perdika gibi koyları bu deneyimi yaşamak için not edebilirsiniz.. Ama not ederken şunu da bilin ki; o alıştığımız efsane Kiklad suları değil, daha mütevazi sular kendileri...



ANGISTRI ADASI:

Bir tam gün aktivitesi olarak, Aegina Limanı’ndan kalkan feribotlar ile bir başka minik ada olan Angistri'ye geçilebiliyor.. Çam, zeytin, badem ve incir ağaçlarıyla kaplı bir ada burası ve Aegina’ya göre çok daha sakince bir lokal yaşamı var diyebilirim. Sezon içinde günlük turist sayısı fazlaymış gibi dursa da geceleri muazzam bir sakinliği oluyormuş adanın. Dolayısıyla, tamamen kafa dinleme tatili planlıyorsanız Angistri'de konaklama yapabilirsiniz..

Angistri Adası'nda Skala, Alkoni, Metochi, Halkiada, Skliri ve Dragonara tavsiye edilen ada plajları. Biz Alpico’yu da düşünerek özellikle Skala plajını tercih ettik, zira denizi oldukça sığ idi. Plajın bir ucunda bulunan beyaz kilise Ayii Anargyri de görsel olarak ayrı bir güzellik katıyordu manzaramıza.. Plajda ayrıca birkaç otel ve otellere ait tavernalar da olduğundan yemek konusunda da hiç sorun yaşamadık.. Oasis bu işletmelerden biriydi. Aktaion ise otel olarak olmasa da geleneksel Yunan lezzetleri için tercih edilebilir bir tavernaydı diyebilirim.. Ancak şunu kesinlikle bilin ki; bu adadaki her şey alabildiğine 80'ler...

Metochi, Mylos, Limenaria ve en büyük yerleşime sahip olan Megalochori köyleri Angistri de görülecek listesine eklenebilir.. Megalochori'nin ufak ve şirin bir limanı bulunuyor. Ada merkezinden bu liman bölgesine botlarla ulaşmak mümkün. Diğer bölgelere gitmek için düzenli olarak kalkan otobüsleri kullanabiliyorsunuz. 



Aegina'ya geri dönersek; daha önce de söylediğim gibi, Saronic Körfezi’nin en güzel adası değil kendisi. Bize muhteşem bir deniz de vadetmiyor Kiklad ya da Ionian Adaları gibi.. Ama gel gelelim; Atina şehrine olan yakınlığı, diğer turistik adalar kadar pahalı olmayışı, bazı bölgelerinde yazın en yoğun zamanlarında bile sakinlik bulabilme şansı, ada fıstığının mutfaklarında yarattığı tadılası alternatif lezzetler (bunu içtenlikle söylüyorum) ve aşırı sevdiğim lokal yaşamını gözlemlemek için ziyaret edilebilir..

Özellikle sırt çantanız ya da kabin boy valizinizle hop on hop off turlar yapmayı seviyorsanız, Saronic Körfezi’nin diğer havalı adaları yanına Aegina'yı da ekleyebilirsiniz..

 

Önemli NOT: Bana en çok sorulan soruya bir yanıt olması açısından, şunu da eklemek istiyorum; bebeğinizle seyahat etmekten gerçekten korkmayın... Onu kendi yaşadığınız hayatın içine dahil etmeniz, dünyaya getirme kararınız kadar kıymetli diye düşünüyorum, hem sizin hem de O’nun için... Bunu çocuğunu rahat büyüten bir anne tecrübesiyle “bol keseden” yazmıyorum, zira kendimi çok iyi biliyorum ki; tam tersi de olsa bu tutkumuzdan vazgeçmez, seyahatlerimizi bir miktar daha dikkatli planlar, ama mutlaka Alpico ile birlikte seyahat ederdik.. Ebeveyn olmak, kendimizi unutmak ve tüm zamanımızı bebeğimize adamak anlamına gelmiyor elbette, ama rahatımızı da bir miktar geri plana atmamız, çocuğumuzla geçireceğimiz unutulmaz anıların vesilesi oluyor.. Bunu hep aklınızın bir kösesinde tutun..  

sevgiler
lulu
x