Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

17 Ekim 2018 Çarşamba

DOĞANBEY KÖYÜ


Yazın dibini kazıma işini noktaladıktan sonra siz de kendinizi sonbaharın huzurlu kollarına teslim ediyor musunuz?

Bahar aylarını tanımsız seviyorum ben.. Doğanın sıcak yaz günleri öncesi uyanışı veya tam tersi kendini kış aylarına hazırlayabilmek adına soyunuşunu takip etmek fazlasıyla melankolik bir havaya sokuyor ruhumu.. Bu aylarda dinlediğim müzikler değişiyor, izlediğim filmler farklı bir yola giriyor. Daha az okuyor, ama daha çok gökyüzüne bakıyorum.. Doğal olarak planladığım seyahatlerim de etkileniyor bu ruh halimden..

Geçtiğimiz yıl, mandalina kokulu vakitlerde planladığımız sonbahar kaçamağı bize öyle iyi gelmişti ki; hazır bu yıl da benzer bir planı yeniden konuşuyorken o kısacık ama enfes seyahati neden blogda yazmadım ki diye sorgularken buldum kendimi.. Aslında yanıtımı da biliyordum.. Sosyal medyanın olumsuz bir etkisi ile keşfetmeye ya da daha çok hunharca yaşayıp tüketmeye fazlaca hevesli insanlar haline gelince; sanki yazsam daha çok kişi bilecek, daha çok kişi oralara gidecek ve sanki o güzelim yerler büyüsünü kaybedecek, kirletilecek diye korkuyorum.. Yani ne diyeyim.. Umarım duyguları ile yaşayanların seyahat planlarına girer kendisi..



“Bir yere varma telaşı olmadan Ege’yi yaşayalım mı?” sorusuyla başladı aslında her şey. (Nedense, son yıllarda birçok duygu dolu seyahatim böyle tatlı sorularla şekilleniyor ve bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyor..)

Bambaşka planlar yaparken; sessiz, sakin, pek az bilinen ve içimize çok sinecek bir yer gibi hissettiğimiz Doğanbey Köyü için kararımızı verdik, zira geçmişinde hepimizin az ya da çok bildiği, yaşanmış acı dolu hikayeleri bulunan bir köyü ziyaret edecek olmak bize çok anlamlı geldi.. Bu duygularla, bir yere varma telaşı yaşamadan ve tam da hayal ettiğim bir playlist eşliğinde düştük yollara...

Yolun görsel olarak pek cezbedici olmayan kısmını atlatabilmek için Bandırma feribotunu kullandı, çünkü feribot sonrası Ege’nin bitki örtüsünü gözlemlemeyi hep çok sevdik. Bandırma çevresinin epik doğasında ara ara gözümüze değen tren yolu ve terkedilmiş eski tren istasyonlarını bir bir geçtik.. Akhisar sınırı ile başlayan narin bedenli zeytin ağaçlarına, Saruhan’nın üzüm bağlarına, Manisa sonrası doğanın çam ormanları ile kaplanışına bir kez daha hayran olduk. Harika bir yolculuk oluyordu...

Doğanbey’e yaklaştıkça yol daha da keyifli bir hal almaya başladı. Güllübahçe köy yolunda zeytin sıkım tesislerinden gelen keskin zeytin kokuları ve evlerin bahçelerini turuncuya boyamış mandalina ağaçlarının kokularını arabanın camından içeri misafir ettik.. Bu sırada başlayıveren kendi halinde bir sonbahar yağmuru bizi daha da mutlu etti. Güllübahçe’nin içinden geçen ağaçlıklı yolda ve Tuzburgazı Köyü’nün içinden geçerken etrafta gördüğümüz yaşlılara el salladık gülümseyerek. Doğanbey Köyü’ne ulaştığımızda ise hava iyiden iyiye kararmış, yağmur damlaları hızlanmış ama içimiz apaydınlıktı...







Aydın ilinin Söke ilçesine bağlı olan Doğanbey Köyü ülkemiz için çok önemli bir konumda bulunuyor, zira coğrafi olarak hem Büyük Menderes Deltası hem de Milet ve Priene gibi eski uygarlıkların tam olarak kalbinde kurulmuş bir yerleşim yeri. Kurulduğu yamaç, Büyük Menderes’in Ege Denizi ile kavuştuğu ana şahitlik ediyor ve ortaya nefes kesici bir manzara çıkıyor.. Köyün bu konumu onu "Dilek Yarımadası Milli Park Sit Alanı"nın içine girmesine neden olmuş zaten..

Doğanbey ile ilgili bilinmesi gereken en önemli şey, kendisinin bir Rum köyü oluşu.. Köyün Yunan nüfusu, 1924 yılındaki mübadele zamanlarına dek burada yaşamış ve ülkemizden, sahip olduğumuz en karakteristik Rum köylerinden birini bize bırakarak ayrılmışlar. O yıllarda köyün adı Domatia iken Doğanbey ismini almış. 80’li yıllarda ise yerleşik nüfus verimsiz ve rüzgarlı yamaç topraklarda tarım yapamadıkları için köyü terkedip deniz kıyısına yerleşmeye karar vermiş. Kendilerine yarattıkları bu yeni bir yaşam alanına ise Yeni Doğanbey ismini koymuşlar. (Elbette mimari olarak Doğanbey ile uzaktan yakından benzerlikleri olmayan yeni bir yaşam alanı olmuş kendisi..) Doğanbey ise, içinde yaşayan birkaç aile dışında neredeyse terkedilmiş bir köy olarak kalmış..

Yaşı yüzün üzerinde olan taş evlerin bazıları tamamen yıkılmış olsa da doğal ve kültürel güzelliklerle çevrelenmiş bu köyü keşfedip buralara yerleşenler olmuş ve bazı evleri Rum mimari dokusunu bozmadan restore edebilmişler. Bu sayede Doğanbey gerçekten de Ege’nin en karakteristik ve en kendine has köylerinden haline gelmiş. Köyün Arnavut kaldırımlı sokaklarında sakince yürümek, çeşmelerinden su içmek sanki bir başka zamana ışınlanmak gibi bir his veriyor insana ve bu his, köyün girişindeki Fauna Müzesi’nde dolanırken bir parça daha pekişiyor. Fauna Müzesi, Dilek Yarımadası ve Büyük Menderes Deltası Milli Parkı için hazırlanmış bir tanıtım merkezi. Müzede; köyün tarihi, bölgede yaşayan hayvanlar ve kıymetli bitkiler anlatılıyor. Özellikle çocuklu aileler için hoş bir aktivite.









Tek bir dükkanın bile varolmadığı, yalnızca Mola ismindeki küçük bir kafenin tapzate çay, okkalı Türk kahvesi ve enfes ötesi geleneksel bir Türk kahvaltısı sunduğu köyde, zihnen gerçekten de dinlenebileceğinize hiç şüpheniz olmasın. Mola Cafe’nin Büyük Menderes Deltası manzarası da bu seyahatin bonuslarından biri. Fakat aklınızda olsun, en iyi delta manzarası köyün girişinde bulunan gözlem kulesinden yapılıyor.

Doğanbey’de konaklamak isterseniz Mola Cafe’nin sahipleri Demir ve Gürkan Bey birkaç otantik köy evini kiralayabiliyor ve böylece köyün ruhunu daha derin yaşama fırsatı yakalıyorsunuz bu konaklama deneyimi sayesinde..

Bu noktada, bu denli sessiz sakin bir köyde akşam olduğunda ne yiyeceğiz sorusunun aklınıza gelmesi çok muhtemel.. Yeni Doğanbey köyünün içinden geçerek, enfes bir sahil yolu sayesinde ulaşacağınız ve doğru yere ulaştığınızı yolun gerçek anlamda bitmesi ile anlayacağınız bir restoranlar bölgesi bulunuyor. Bölge dediğime bakmayın, 3/5 derme çatma balık lokantasının sıralandığı minik bir jandarma bölgesi aslında burası. Karina sahili diye geçiyor ismi. Güneş olağanüstü görkemli batıyor bu sahilde ve restoranları da şaşırtıcı derecede lezzetli.. Karina sahilindeyken, Büyük Menderes’in Ege ile buluştuğu noktada bulunmuş oluyor ve coğrafi bir güzelliğe de tanıklık ediyorsunuz. Mevsim uygunsa eğer, zarif pelikanların da az ilerisinde oluyorsunuz ve bu görüntü de son derece iç açıcı..

Bu arada, jandarmanın restoranların hemen yanı başında olmasının nedeni, üzerinde olduğunuz kara parçasının Yunan Samos Adası’na en yakın nokta oluşu. Bu nedenle güvenlik burada üst seviyede tutuluyor. Biz akşam yemeği için restoranlar içinden Karina’yı tercih ettik, ancak mekanların hiç birinin bir diğerinden daha iyi ya da kötü olduğunu varsayamayacağınız bir yer bence burası.. O nedenle dilediğiniz restoranda günü sonlandırabilirsiniz.. 







Karina'da sahip olduğumuz enfes Ege masası sonrası, saat çok geç olmadan eski köy evimize dönüp yedi köy hanesi dışındaki tek yabancılar olarak tadına doyulmaz bir uykunun sahibi olduk. Sabah erkenden uyanıp, köyün tüm huzurunu içime çekerek yaptığım meditasyon yine unutulmaz anlar yaşattı bana.. Çok bir çaba sarfetmem de gerekmedi zaten.. Yalnızca o anda varolup, doğanın sessiz seslerine teslim ettim bedenimi ve ruhumu..

Daha sonra Mola Cafe’de kesinlikle ummadığımız kadar muhteşem bir kahvaltı sofrası bizi bekliyordu. Uzun uzun oturduk kahvaltı soframızda.. Kahvaltı sonrası ise bir çocuk sevinciyle beklediğimiz Miletus Antik Kenti keşfine doğru yolumuza koyulduk, ama ayrılmadan evvel Doğanbey’in kulağına yeniden geleceğimizi de fısıldayıverdik…

Türkiye’nin en karakteristik köylerinden birini tanımış ve kısa da olsa yaşamış olmanın huzuru içindeydik.. Giderseniz, sizin de öyle hissedeceğinize neredeyse eminim. Doğanbey; yolunuzun düşmesi, gözünüzün değmesi gereken nadir güzelliklerimizden yalnızca bir diğeri.. Deneyimlemenizi çok isterim.

lulu
x

20 Eylül 2018 Perşembe

KOS ADASI


Selam,

Yaz ayları bir ayağımız Bodrum’da oluyor. Çoğu zaman kalabalıklardan uzak kendi cennetlerimize kaçıyor olsak da bazı günlerimiz Turgutreis-Karaincir sahil hattındaki yazlıkçı plajlarında geçiyor. O sahilin şıkır şıkır ama yüksek sezonda sevimsizce kalabalık olan sularında yüzmenin benim için en güzel yani; Türk ana karasına en yakın Yunan adası olan KOS’a doğru kulaç atıyor olmak..

Bunu neden seviyorum?
Kos’u çok kez gördüm ve beni çok etkilediği için mi?
Hayır, aksine Türk sınırına yakın Yunan adalarına karşı bayağı mesafeli olduğumdan, Kos’a gitmeyi daha evvel aklıma bile getirmemiştim.. Yani aslına bakarsanız bu aktiviteyi sevmemim tek geçerli nedeni; yüzümü Yunanistan’a dönerek  yüzmenin verdigi his... 
Gel gelelim yıllar birbirini kovaladı ve biz 2018 yazı için süper ani bir kararla Kos Adası’nı ziyaret kararı alıverdik...

Peki, ne oldu da fikriniz değişti derseniz? Kış aylarında organize ettiğimiz 2018 yaz planlarımız içine bir Yunanistan seyahati eklemeyi es geçip, resmen başka aşklar peşinde koştuk ve yaz kapıya dayandığında bu karar bizi tam olarak eksik hissettirdi. Senelerdir süregiden bir geleneği bozmuştuk ve sevgili olmasa da ben bayağı mutsuzdum.. Kos kacamağı, o eksiklik hissini kapatmak amacıyla planlandı dersem kesinlikle abartmış olmam.. Ancak bu "öylesine" karar verilip gidilmiş kısa seyahatin neticesinin bizi şaşırtacak derecede keyifle sonuçlandığını da utanarak söylemek zorundayım. Kos’u kendi sakinliğimizde yaşayıp, havasını özgürce içimize çekerek sevdik biz, çünkü ben tam olarak bu tip “beklentinin en alt seviyede olduğu ama neticesinde ruhumuzda tatlı bir his bırakıveren” kısa seyahatlerin insanıydım.. Bundan bir kez daha emin oldum Kos sayesinde..



Kos Adası'nda “ONE FINE DAY” kategorisinde neler yapılabilir? 

Kos, Yunanistan’ın 12 Adalar bölgesine dahil olan büyük bir ada. Turgutreis Marina’dan Kos adasına feribot ile 30/35 dakika gibi bir sürede ulaşılıyor. Marinadan ya da marinanın çevresindeki turizm acentelerinden seyahat biletlerinizi kolayca alabiliyorsunuz. Sezonun kalabalıklık durumuna göre biletleri önceden almak ya da son dakikaya bırakmak tamamen sizin kontrolünüzde diyebilirim.. (Bodrum haziran ayının sakinliğinde olduğundan, biz biletlerimizi seyahatten bir gün evvel almayı tercih etmiştik)

Feribot yolculuğu yüksek sesle anlatmayı seven “gezgin” Türk müşteri kitlesi yüzünden tuhaf (evet, hala şaşırıyorum insanların bu tip davranış şekillerine), ama gözlerim denize dalıp kendi içine dönebildiğimde yolculuğum da çok keyifli geçti diyebilirim. Kos'a vardığımızda, insanların hemen buggy, bisiklet ya da motor kiralama peşine düştüğünü gördük. Sanıyorum onlar da biz gibi araçlarını hızlıca teslim alıp ada yollarına koyulma peşindeydiler.. İndiğimiz limanın hemen sağındaki cadde üzerinde kalan birkaç kiralama sirketinden birinde motor kiralama işimizi hızlıca hallettik ve ve düştük ada yollarına..

Kos'u anlamak icin adayı dört ayrı bölüme ayırabilirim;

1.Feribotların yanaştığı liman ve çevresi. (Kos Town olarak geçiyor bu kısım)

2.Kuzey sahilindeki Mastihari ve çevresi.

3. Adanın bir diğer ucu sayılabilecek güneybatıdaki tarafındaki Kefalos Körfezi ve Kamari.

4.Güney sahilindeki Kardamena ve çevresi (Burası genelde turistler tarafından en çok tercih edilen konaklama bölgesi)


KOS TOWN ve ÇEVRESİ 

Yunan, Roma ve Bizans'ın tarihi kalıntılarıyla çevrelenmiş ada; tıbbın babası sayılan Hipokrat’ın anavatanı olduğundan, adanın en ünlü ve en canlı meydanı için merkezde bulunan Hipokrat Meydanı denebilir.. Adanın bir diğer Hipokrat ismini alan ünlüsü ise bir çınar ağacı.. Bu çınarın altındaki antik lahit zaman içinde Osmanlılar tarafından bir çeşme haline getirilmiş. Gölgesinde soluklanası, çeşmesinden su içilesi bir kocaman doga harikasi kendisi.. Normalde çınar ağaçlarının ortalama ömrü 200 yıl olurmuş, ama Hipokrat ağacının Avrupa'nın en yaşlı çınar agaçlarından biri olduğunu düşünüyorlar ve bu nedenle de bu ağacı bir iskele yardımıyla ölüme karşı adeta ayakta tutuyor yerliler.. Ne kıymetli..

Hipokrat Meydanı sonrasındaki köprüyü geçince Neratzia Kalesi‘ne ulaşıyorsunuz. Kale zamanında Rodos Şövalyeleri tarafından Osmanlı’ya karşı adayı savunmak için (hiç şaşırmadık) yapılmış.. Ayrıca bu çevreye yakın Eleftheria Meydanı’nda Defterdar Camii ve her ne kadar artik camii olarak kullanılmiyor olsa da Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii bulunuyor ve şadırvanı görülesi güzellikte...



Antik Yunan'da sağlık ve tıbbın tanrısı olan Asklepion Kos'ta yaşadığı için, zamanında dünyanın ilk hastanesi kabul edilen ve Asklepion'a ait olan bir şifa merkezi de varmış adada. Merkezin 3/4 km kadar uzağında olan hastanenin
kalıntılarını görmek mümkün.. Yürümek sıcak nedeniyle zor gelirse ve aracınız da yoksa mini trenle kalıntılara ulaşma yolunu deneyebilirsiniz.. Ulaştığınız noktada şehre bir de tepeden mutlaka bakın derim...

Kos Adası'nda güne bu tip bir kültür gezisi ile başlayabilir, sonra ise merkezdeki çarşı ve çarşıya paralel sokakları gezip adanın diğer bölgelerine ve plajlarına uzanabilirsiniz.. Açıkçası biz, alıştığımız çarşı lezzetini Kos Adası'nda alacağımızı pek düşünmediğimizden bu kısmı es geçip, ada çevresinde kendi açımızdan yeni keşifler yapmayı daha uygun bulduk..



MASTIHARI ve ÇEVRESİ

Adada merkez ve merkeze yakın birçok plaj alternatifi olsa da biz limanın sol yanında kalan yoldan minik minik güneye doğru motorumuzu sürmeye başladık sevgiliyle.. Yol kenarında sahili fazla geniş olmayan, denizi hafif dalgalı plajları bir bir geçtik.. Sezonun henüz çok başı olduğundan plajlarda tek tük insan bulunuyordu, hatta zaman zaman uzunca bir sahilde güneşlenen yaşlı bir çift ya da tek başına bir genç kız görmek pek hoşumuza gitti..

Tigaki Beach, merkeze yakın olup en çok önerilen plajlardan biriydi, ancak rüzgar nedeniyle denizi oldukça dalgalı olduğundan kendisini pas geçtik.. Bizim aradığımız dingin suyu, bu sahil şeridinde ve belli ki adanın Bodrum’a bakan yüzünde bulmamız pek mümkün olmayacaktı.. Tigaki’yi geçtik ama ona oldukça yakın olan Antimachia Köyü’ne uğramayı ihmal etmedik ve köyün 14.yy.dan kaldığı söylenen Orta Çağ kalesine bir göz attık. Aslında Antimachia sonrası beyaz kumlu bir plaj olan ünlü Mastichari‘de yüzme molası verme notum vardı elimde, ancak daha çok rüzgar sörfçülerinin tercih ettiği bir plajmış kendisi ve rüzgar nedeniyle tahmin edeceğiniz gibi fazlasıyla dalgalıydı. Kendisini de pas geçtik.. Zaten bizim de hedefimiz adanın arka yüzüne doğru yol almaktı, zira adanın sahil şeridi yaklaşık 120 km. idi ve bu upuzun şeritte elbet istediğimiz sulara rastlayacaktık..

Bu düşünce ile ideal deniz suyumuzu bulana dek yol almaya karar verdik.. Derma çatma mimarisi ile pek bakımsız duran köy ve kasabalardan geçerken Marmari’de sahile paralel bir kafede soğuk bir bira molası vermek, sıcaklığın yükselmeye başladığı saatlerde bünyemize çok iyi geldi diyebilirim.. Alfa bulamayinca, buz gibi birer Mythos yanında taze taze ve gözümüzün önünde hazırlanıp kızartılmış patateslerimizi keyifle yedik.. Bu sırada mekan sahibi ve cafede oturan yerlilerle de muhabbet etme fırsatımız oldu.. Kos Adası'nda geçmişte varolup ekonomik kriz sonrası kaldıralan, uzak adalara geçiş yapabilen büyük feribotlardı konumuz.. Konu bizim Yunan sevgimize ve geçmiş deneyimlerimize gelince muhabbet daha da derinleşmeye başlayınca, nazikçe izin isteyip yolumuza devam ettik.







KEFALOS KÖRFEZİ

Yol, Marmari sonrasında iyice kırsala dönmeye başladı. Kocaman arazilerin ortasına kurulmuş manav dükkanları ve dükkanların hemen yanında bulunan ve mahsül toplanabilen bostanları hem sevdik hem de imrendik diyebilirim.. Hatta birinde durup kendimize plajda yemek üzere taze meyveler de satın aldık. Burada alışveriş yaparken harcadığımız on dakika, seyahatin belki de en keyifli anılarından biri oldu gibi hissediyorum... 



Eski günlerdeki gibi motorla yaptığımız bu kısa ama keyifli yolculuk bizi Kefalos Körfezi'nin girişinde bulunan Paradise Beach‘e ulaştırdı. Aslında amacımız adanın ez uzun ve kumu en kaliteli sahil diye bahsi geçen körfezinde daha da ilerlemek ve mükünse Kamari’de denize girmekti, ancak Paradise’in suyu muhteşem, sahili de tertemiz ve üzerine bomboştu.. Bu görüntüye kayıtsız kalamadık elbette.. Yapayalnız uzandığımız kumsalı ve daldığımız serin Ege suyunu sanırım uzun yıllar hatırımızda tutacağız.. Hatta söyle de tatlı bir anımız var Paradise Beach'e dair; adanın kalan kısmı bulutlanmış ve yer yer yağmur yağıyor olsa da sanki biz bir mutluluk bulutu beraberinde geziyormuşuz gibiydi, ve bizim sahilin üzeri tamamen masmavi bir gökyüzüne bakıyordu. Nefisti, ve resmen evren bize jest yapıyor gibi hissediyorduk..





Her ne kadar burada geçirdiğimiz saatleri uzatıp, plajın yemek ya da atıştırmalık alternatiflerinden yararlanmak istesek de bir yanımız motorumuza atlayıp merkeze dönmek ve özlediğimiz Yunan masasına bir an evvel kavuşmak istiyordu. Kos Adası hakkında hazırlanmış gezi postlarında hep keyifle bahsedilen balıkçı kasabası Kardemena‘da veya Dikeos Dağı eteğindeki Zia Köyü’nde manzaralı bir masada yemek ve gün batımı ikilisine sahip olamadık ne yazık ki; ancak merkezde bulunan Mesogios Tavern‘de özlediğimiz Yunan lezzetleriyle donatılmış masamız hiç fena değildi... Bir yanunda gezi ve balıkçı tekneleri, diğer yanında kafe ve tavernaların sıralandığı liman bölgesindeydi tavernamız.. Lezzetliydi lezzetli olmasına, ama hayatımızda ilk kez önümüze gelen tüm tabakları iki kişi silip süpürebildik. İlk kez diyorum, zira Yunan adalarında porsiyonlar öyle büyüktür ki, tabak bitirmek pek kolay olmaz.. Bu durumu "adada Türk etkisi porsiyonlara da yansımış" gibi yorumladık biz..



KOS ADASI'nda BONUS

Mesogios'taki keyifli öğleden sonra yemeğimiz sonrasında limanda yürürken gezi
teknelerini görünce tekne çalışanlarına nerelere uğradıklarını sorduk. Hatiraya bakarsanız; Kos, kuzeyde Kalymnos, güneyde ise Nisyros adalarına komşudur.. Arada ise Pserimos ve Plati adacıkları bulunur. Limanda bulunan tekneler de çoğunlukla Kalymnos, Pserimos ve Plati adalarını kapsayan "Üç Adalar Turu"  yaparlarmış.. Turlar sabah 10:00 akşam 17:00 saatleri arasında yapılırmış ve bu saat dilimi, günlük Bodrum/Kos yolcularının da turlardan yararlanmasını sağlarmış.. Kalymnos, Kos kadar olmasa da büyükçe bir ada denebilir... Genelde konaklamak için de tercih ediliyor kendisi. Hatta bu nedenle de Bodrum’dan direkt Kalymnos feribot seferleri bulmanız mümkün oluyor.. Konuştuğumuz kaptanlardan biri Plati'nin denizini pek övdü. Pserimos'tan ise; dev beklentilere girilmemesi gereken ve halk arasında keçi adası diye bahsedilen kendi halinde bir adacık olarak bahsetti.

Şu bilgi de notlarınızda olsun; Kos'un kasabalarından Mastichari’den Kalymnos Adası'na; Kardamena’dan ise Nisyros Adası'na geçiş yapılabiliyor.. Adalar arası turlamak isteyenler için keyifli bir rota olabilir.. 



Kos Adası bizde gerçek anlamda “one fine day” hissi yarattı diyebilirim. Dönüş yolculuğuna geçtiğimizde yanımızda Alpico olmadığı için biraz buruk (onsuzduk ama gelmemyi tercih eden kendisi olmuştu), ama bir yandan da onunla da gelip adayı bir kez daha yaşamak isteyecek kadar keyifli hissediyorduk. Domates reçelimizi alıp, son gelen zamlar sonrası uçup giden alkol fiyatları yüzünden evde daimi bulunmasını istediğimiz alkollü içeceklerimizi free shop’dan temin edip feribottaki koltuklarımıza oturduk.. Yolculuk, yorgunluk ve tatli uzo kafamız yüzünden resmen bayılmış bir uyku ile çabucak geçiverdi.... Bodrum'a ayak bastığımızda; Kos’u görselliğinden ziyade verdiği duygular sayesinde ve bir Yunan adasından beklediğimiz detayları bulamamamıza rağmen çok sevdiğimizi söyledik birbirimize. Yakın adalara karşı gelişmiş olumsuz defansımızı da kırmış olduk böylece..

Sessiz sakin plajlar, samimi ve gösterişsiz bir yaşam, hakkıyla yenen yemekler, dünyanın en soğuk biraları, gülümseten ve bir miktar da geveze insanlar, Barbayanni, güneşin ağarttığı ada tabelaları ve bol bol mavilikler....

Kos ruhumuza iyi geldi.

sevgiler,
lulu
x

4 Eylül 2018 Salı

THASSOS ADASI

Selam,

Az çok seyahat yazılarımı okuyanların bildiği gibi; Yunanistan ve adaları söz konusu olduğunda, Türkiye sınırına yakın yerleşim yerleri ve adalarını hep görmezden geliyorum ben, zira alıştığım Yunan kültürünün bizim sınırlarımıza yakın olan adreslerde çok da hakkıyla yaşanabileceğine dair inancım bir miktar zayıf. Ukalalık yapmıyorum, böyle algılansın da istemem açıkçası.. Benim amacım, euro almış başını giderken iyi ya da kötü şartlarımızı zorlayarak çıktığımız tatilleri gerçek anlamda hedefime ulaştırmak ve ruhumu hakkıyla besleyebilmek.. Nitekim bu fikrimde pek de haksız olmadığımı kısa bir tatil kaçamağı yaptığımız Thassos Adası‘nda tecrübelemiş durumdayım.

Evet, Thassos keyifliydi. Ege, yine bildiğimiz o güzel Ege idi ve adına, rengine, hissine, kokusuna doyulmazdı.. Yine de ada kültür ve ruh olarak tam da düşündüğüm gibi birçok noktada bizi eksik bıraktı gibi hissediyorum. Yoğun sezon dışında adaya gitmiş olsaydık belki böyle düşünmüyor olabilirdik, ama yüksek sezonda ve daha çok Türk turist ile beslenen bir adada doyurucu bir Yunan kültürü bulma şansımız ne yazık ki mümkün olmadı. Gözlemlediğimiz kadarıyla şartlar da ada yerlilerini yeterince Türkleştirmişti ve akşamları sanki yirmi sene evvelki Bodrum sokaklarında dolaşıyor hissi veriyordu bize.. Yine de yaşadıklarımı ve hissettiklerimi olumluda kalarak yazmaya çalışacağım burada…



Thassos seyahatine başladığımızda sevdiğim ilk şey; Yunan sınırına varmadan evvel geçtiğimiz Meriç Nehri üzerindeki yarısı kırmızı–beyaza, diğer yarısı mavi–beyaza boyalı köprü olmuştu.. Ağır çekimde yaşıyormuşçasına sindirerek bakmıştım arabanın açık penceresinden dış dünyaya ve o anın bana verdiği hissi çok sevmiştim. Renkler, sınırlar ve askerler… Kültürler arası geçiş aslında ne kadar da kolay görünüyordu.. Köprüden geçip, vize işlemlerini de kolayca tamamladıktan sonra otoban yolculuğuna başladık. Otoban gayet geniş, düzgün ve akıcıydı. (E90) Yol müziklerimizin de sayesinde yolculuğun nefis geçtiğini söyleyebilirim.. İpsala’dan yaklaşık 200 km kadar sonra Thassos feribotumuza binmek üzere Keramoti kasabasına ulaşmıştık.





Keramoti, küçük bir balıkçı kasabası ve Thassos’a en hızlı ulaşım buradan kalkan feribotlar sayesinde sağlanıyor. Yolculuk yaklaşık 45 dakika kadar sürüyor ve otomobil için 16 euro, yolcular içinse 3,5 euro gibi bir bilet tarifesi mevcut. 
(Bu fiyatlar 2017 yaz tarifesine ait, o nedenle sezon başlarında yeni fiyatları kontrol etmekte fayda var....)

Yola çıkacağınız ve Keramoti’ye varacağınız zamana göre feribot saatlerini internet üzerinden takip edebiliyorsunuz.. Feribot yolculuğu ise başlı başına bir keyif. Yunanistan’da bir sabah klasiği olan frappe -soğuk kahve- eşliğinde, denizi izleyerek ve martılarla oynaşarak hızlıca varılıyor adaya.. Seyahatlerimde hep çok önemsediğim ve gideceğim yere uzaktan attığım o ilk bakışın Thassos halini de çok sevdiğimi söyleyebilirim. “Ada ne kadar da yeşil görünüyor!” demiştim sevgiliye heyecanla.. Tepelerde yeşilin tonlarını takip etmek, adanın doğasına karşı beni gerçekten de heyecanlandırmıştı çünkü.. Feribot karaya yaklaştıkça bu görüntü biraz biraz değişmeye başlasa da Limenas’a varmıştık ve pek sevinçliydik.





LIMENAS

Limenas; feribotumuzun yanaştığı ve bizim de adada konaklayacağımız bölgenin ismi. İlk bakışta çirkin, çarpık ve kalabalıkça bir yerleşim yeri gibi geliyor insana, ama daha sonra kendisini sevecek detaylar yakalanıyor diyebilirim.

Genel olarak; minik bir liman, balıkçı tekneleri ve sahil boyunca göreceğiniz birçok turistik restoran ve kafeye sahip kendi halinde bir yerleşim yeri burası. Deniz kıyısına paralel sokaklarında da aynı şekilde restoranlar, kafe/bar ve hediyelik eşya dükkanları mevcut. Bu kısmı çarşı içi olarak adlandırırsak; çarşının ardında tek ya da iki katli evler ile sahile paralel sokaklar devam uzanıyor.. Bizim kiraladığımız ev bu sokaklardan birinde… Yine başarılı bir Airbnb deneyimi ile iki katlı, içi tamamen revize edilmiş, tertemiz bir evdi kendisi ve daracık sessizce bir sokakta olması da pek hoşumuza gitti diyebilirim (Limenas için hatırımda kalan en sevimli ayrıntıydı evimiz).

Limenas'da gece karanlığında ama özellikle de ıssız sokaklarda kaybolmanızı önerebilirim. Bu sayede, hem görsel olarak adanın güzel evleri görmüş hem de ada yerlileriyle karşılaşıp keyifli bir muhabbete sahip olma şansını yakalamış olursunuz.. Aynı dili konuşmadan da anlaşabildiğiniz sıcacık bir iletişim şekli bu ve ben bu tip kendi akışında gelişen sosyalleşmelere bayılıyorum...

Gel gelelim Limenas’ın şehir merkezi ve çarşı içi görsel olarak son derece sevimsiz diye düşünüyorum. Türk turistlerin çoğunlukta olduğu adada dükkanlar arasında hala “Hasan Şaş” esprileri havada uçuşuyor ve çarşının her yanında sürekli şikayet eden insanlar; sıra ve saygı bilmez bir şekilde dolanıyorlar. Genelleme yapmak istemem ama, esnaf da artık Türk ziyaretçilerden bunalmış gibi hissettik biz. Kaba ve nemrut bulduk bir çoğunu ve haksız da saymadık kendilerini.. Gittiğimiz yerleri tüketme ve çirkinleştirme huyumuzu hiç ama hiç sevmiyorum. Keşke ve en azından seyahatlerimizde bulunduğumuz yerin davranış biçimlerinden bir parça edinebilsek... Neyse, bu derin bir mevzu ve fazla uzatmadan anlatmaya devam ediyorum.. 

Lezzet olarak Limenas’da iki nokta atışı yapıyoruz. Biri, paylaşımlı olarak servis edilen ve street food yani sokak lezzetleri mantığında ürünler sunan Masabuka. Diğeri ise, klasik bir Yunan restoranından beklediğimiz her detayı son derece lezzetli bir şekilde önümüze getiren Simi Restaurant. Masabuka rezervasyonlu çalışmadığından mekanda yer bulabilmek adına yaklaşık 45 dakika kadar sıra bekledik, ama kesinlikle beklediğimize değdi.. (Bu arada Masabuka lezzeti Türkler tarafından öyle sevilmiş ki; 2018 yılı içinde restoranın Bebek’te bir şubesini açtılar, ancak aynı sunum tekniği uygulanmadığından olsa gerek -ya da belki de lezzet konusunda eksik kalmış da olabilirler- ne yazık ki mekan ilgi görmedi ve kapandı...) Simi ise başlı başına bir lezzet şöleni yaşattı bize. Rezervasyonumuz olduğu için bahçede kocaman bir ağacın gölgesinde, nefis bir masada oturduk ve gelen her tabağı silip süpürdük diyebilirim.. Ambiyans ve lezzet bir bütünü oluşturunca, hakikaten büyük keyif aldık bu restoranda.. Thassos genelinde iyi ve nitelikli akşam yemeği noktalarından biri olarak kabul edebilirsiniz kendisini…





PANAGIA:

Limenas’a 4-5 km uzaklıkta, Osmanlıların izleri taşıyan şirin bir köy Panagia. Köyün girişindeki kahvede soluklanmak, çeşmesine ağzını dayayıp suyunu içmek, köyün daha çok yaşlılardan oluşan halkını gözlemlemek, oğlak eti ile ünlü restoranlarında lokal lezzetleri tatmak ve tıka basa yenilen yemek sonrası köyün dar sokaklarında dolanıp nefis kapılarında fotoğraf molaları vermek gerçekten keyifli bir gün geçirmenizi sağlayacaktır.

Panagia Köyü’nde lezzet olarak oğlak eti ve kokoreç tavsiyesi veriliyor genel olarak ve denemek de kaçınılmaz oluyor haliyle.. Oğlak etinin hakkıyla pişirildiğini ve lezzetini sevdiğimizi söyleyebilirim, ancak kokoreç için aynı yorumu yapmak pek mümkün değil. Kokoreç, benim damak keyfime uygun bir lezzet değil aslında, ama masamızda ağır kokoreç sevdalıları var ve onların fikri; abartıldığı kadar iddialı bir lezzetinin olmadığı yönünde.. Panagia'da bizim restoran tercihimiz meydandaki Taverna Elena olmuştu, ama köy meydanındaki diğer restoranlardan birini de tercih edebilirsiniz; zira bu meydandaki restoranların lezzet ve menüleri çok da fark yaratmayacaktır diye düşünüyorum..

Panagia’ya cok yakın Potamia isminde bir de dağ köyü var adada.. Biz kısıtlı zamanımız olduğundan ve daha çok deniz tecrübe etmek istediğimizden Potamia ziyareti yapmadık, ama keyifli bir dağ köyü olduğundan bahsediyorlar. Notlarınızda olsun. 





Theologos:

Adanın bir diğer önemli köyü, gün batımı keyfini en görkemli şekilde yaşatan Theologos. Mesafe olarak Limenaria'ya daha yakın bir köy Theologos ve onun da Panagia gibi Osmanlı izleri taşıyan şirin cumbalı evleri var bolca.. Gün batımı konusundaki iddiası köyü fazlasıyla turistik bir yer haline getirmiş diyebiliriz. Tavernası bol ve evleri oldukça bakımlı olsa da köyün gerçek keyfi daha tepelere çıkıldığında yaşanıyor gibi hissettik biz. Köyün girişine göre daha eski, ama şıklığından pek bir şey kaybetmemiş evleriyle çok sevimli ve lokal bu kısım.. Şahane ağaçlar, ağaçlara ve evlere dolanmış asma yapraklarıyla pitoreks görüntüler sunuyor.. Gün batımı ise tamamen sizin ruhunuza kalmış bir detay gibime geliyor.. Mesela ben, gün batımı vakitlerinde daima denize yakın olmayı tercih ederim. O yüzden de Limenas’a yakın Karnagio Beach Cafe Bar harika bir gün batımı adresi benim için… İster mekanın terasından, ister kumsal kısmından bu enfes ve her gün tekraralandığı halde bizi her gün büyülemeyi başaran anı seyre dalabilirsiniz..




LIMENAS PLAJ ALTERNATİFLERİ

Limenas’ta konaklamak, gün içinde plajlara kolayca kavuşmak anlamına geliyor bir bakıma. Ama plajlardaki suların sakinliği tamamen rüzgara bağlı olarak değişim gösteriyor ve genel olarak da bu bölge hep rüzgarlı diyebilirim.. Bir adadayken rüzgarın yönüne göre plaj kararı almak gerektiğini bildiğimizden, o günkü hava koşullarını kontrol ederek, Limenas’ın kuzeyinde kalan Glyfoneri, Papalimani, Akti Pachi, Scala Prinou ve La Scala gibi yakın plajları fiziken de kontrol ederek mecburen elemek zorunda kaldık biz.. Oysa Glyfoneri minicik bir koyda bulunan saklı gizli bir güzellik olarak aklımızda kaldı diyebilirim. Rüzgar izin vermiş olsa o plajda çok keyifli saatler geçirebilirdik diye düşünüyorum. La Scala Beach ise bizim organize Çeşme-Bodrum plaj işletmelerimizi aratmayacak konfora sahipti, ancak yine denizin dalgalı ve bulanık hali nedeniyle bu işletmeden de faydalanamadık.. Önceliğimiz, şansımız da olduğundan dupduru ve kristal sularda yüzmekti. O nedenle de tatil boyunca yüzme değil de yalnızca bir öğlen yemeği tecrübesi yaşayabildik bu bahsettiğim plajları kapsayan kıyı şeridinde. O tecrübenin adresi de Tarsanas Beach'in tavernasıydı ve hakikaten çok keyifliydi diyebilirim. Yemek arasında denizinde de faydalanmayı ihmal etmedik elbette.. 





Güzel ve durgun suların peşinde olduğumuzdan, Limenas'dan bi miktar güneye doğru yol aldık arabamızla.. Limenas'in güneyinde kalan en yakın plaj Makryammos oluyor (Konaklama arayışınız varsa mutlaka göz atın derim). Makryammos’ta konaklayanlar dışında, dışarıdan gelenler de ufak bir ücret karşılığında plajından yararlanabiliyor. Açıkçası plaj ve işletmeyi çok çok sevdik, ama rüzgar hala bu bölgeyi kuvvetlice etkilediğinden Makryammos’u da pas geçtik biz.. Hedefimize de beklentimizi fazla yüksek tutmamaya çalıştığımız pek ünlü Marble Beach’i aldık..

Limenas’tan Makryammos’a doğru yol alırken Marble Beach'e ulaşmak için iki ayrı bozuk satıhlı yol şansınız oluyor. Açıkçası iki yolun da en az bahsedildiği kadar beter yollar olduğunu söylemeliyim.. Yunan adalarında bakir plajlara ulaşmak için bu tip patika yolları hemen hemen her yaz deneyimlediğimizden, karşılaştığımız yol bizi aşırı etkiledi diyemem, ama hakikaten zor bir yol olduğunu bilin.. Öyle kısa bir yol da değil ayrıca. Toplamda 4 km kadar zorlu bir patikada sürüş yapmanız gerekiyor. Normal şartlarda 4/5 dakikada yapabileceğiniz yolu en az 20 dakikada alıyorsunuz..

Vardığınız noktada ise Marble Beach olarak anılan yan yana iki ayrı koy görüyorsunuz. Biz, kısmen daha sakin göründüğünden Porto Vathy adındaki işletmenin bulunduğu koyu tercih ettik ve tüm günü aşırı keyifli yaşadık o dillere destan olmuş sularında… (su rengi hakikaten çok davetkar yani tam da bir mermer yatağında olması gerektiği gibi…)

Eğer sabah erken bir saatte yola çıkar ve plaja diğer ziyaretçilerden daha önce varabilirseniz, sahilin en ön bölümünde denize yakın bir yer edinip, tüm gün denizin tadını çıkartabilirsiniz.. Marble'ın su rengi muazzam bir mint tonu. İpekimsi kumları arasına karışmış minik ve beyaz mermer taşlar sayesinde kumunun rengi de bir başka güzel ve bunlara ek olarak çevresindeki yemyeşil doğa hakikaten gözlere şenlik bir kartpostal görüntüsü çıkarıyor ortaya.. 
Tüm bunların üzerine Porto Vathy işletmesi keyifli, temiz, biraları soğuk ve yemekleri de hiç fena sayılmaz.. Daha ne olsun?

NOT: Çocuklu aileler için hızlıca derinleşen bir sahil olduğunu eklemek isterim.









Yine Limenas’a yakın olan, meşhur Golden Beach’i ve hatta ondan da ünlü olduğunu kabul edebileceğimiz Paradise Beach’i de es geçmek için nedenlerimiz oldu. Golden Beach’in bulunduğu sahil gelişmiş bir kasaba havasındaydı ilk bakışta.. Upuzun bir plajdı ve çevresinde sayısız kafe, restoran ve barlarla çevrelenmişti. Sanırım bu nedenle de adanın en ünlü sahili burası kabul ediliyordu. Gece hayatı açısından da renkli olduğunu söylediler, ama bizim ruhumuzun ihtiyacı kesinlikle bu tip bir plaj deneyimi değildi. Aslında hatırlıyorum da Paros adasındaki Golden Beach de aynı bu konumda olmasına rağmen oraya bayılmıştık. Burasıysa bizim istediğimiz görüntülerle çevrelenmemişti.. Bir kere aşırı çarpık yapılaşmıştı ve de çok çok ama çok kalabalıktı...

Eğer daha önce Thassos ziyareti yapmış olanlardan plaj tavsiyesi isterseniz belki de ilk duyacağınız plaj ismi Paradise Beach olacak. Oldukça popüler bir plaj burası anladığımız. Hakediyor da... Etrafı çam ağaçlarıyla kaplı, kumu incecik, denizi pırıl pırıl ve organize bir plaj kendisi. Günlük ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz küçük bir işletmesi de mevcut, ancak yüksek sezonda kalabalık olduğunu söylemem gerek. Biz bu aşırı, ama çok aşırı kalabalık nedeniyle kendisinden hızla uzaklaştık diyebilirim.. Oysa yoğunluğu biraz daha tadında olsa eminim ki günümüzü burada geçirebilirdik..

Diğer yandan, henüz gitmemiş olsak da içimde bir Aliki sıcaklığı vardı benim... Belki geçmiş ada ziyaretlerimizde bu ismin sıkça geçmiş olmasıydı bu sıcaklığı yaratan, bilemiyorum... Ama Aliki’ye ulaştığımızda hislerimin beni yanıltmadığını bir kez daha anladım.. Çok güzel bir su rengi vardı Aliki’nin. Biraz yıkık dökük duran teraslı Yunan tavernaları ve plajın hemen ardında yükselen çam ağaçları sayesinde yeşil ve mavinin insanı huzurlu kıldığı bir seyir sunuyordu.. Aşırı da kalabalık değildi şansımıza.. Denizin içinden doya doya izledim doğasının güzelliğini. Oturduğum şirin tavernadan da denizine bakmaya doyamadım.

Bu arada bilginiz olsun; Aliki’nin sırt sırta vermiş iki ayrı plajı var. Biz yatların yanaştığı, işletme adedinin arttığı ve dolayısıyla daha kalabalık olan kısmını değil de, dediğim gibi iki işletmeli ve daha lokal görünen plajını tercih ettik. Bu arada Aliki Limenas’a değil, Limenaria’ya daha yakın bir noktada bulunuyor. Bunu da eklemek gerek. 





LIMENARIA:

Limenaria; adanın güneyinde kalan ve tam olarak adanın merkezi olduğu söylenen yerleşim yeri.. Feribotun yanaştığı Limenas iskelesinden hesaplarsak, yaklaşık 30 km.lik bir uzaklıkta kalıyor diyebilirim. Bu iki yerleşim bölgesi arasındaki yol ise ağaçlar arasında kıvrıla kıvrıla devam ediyor ve bu tip yolları sevenler için harika bir yol deneyimi sunuyor..

Limeneria sahili ve sahile paralel arka sokaklar birçok taverna, restoran, kahveci ve şirin seramik dükkanlarıyla dolu. Çevre yine çarpık ve özensiz duruyor belki ama sahilinde kalbimize dokunabilen bir taraf buluyoruz biz bir şekilde. Bir liman bölgesinden beklenen taze balıklar ve deniz ürünleri de bol bol mevcut etrafta. Gönlümüze ve gözümüze değen bir mekanda, klasik ada haritası basılmış kağıt masa örtüleri serili masalarda, lezzetli bir akşam yemeği yedik biz.. Suyuna ekmek banılası Yunan salataları, çıtır çıtır kalamar tabakları, lezzetli karides saganakiler ve özlediğimiz daha nice Yunan lezzetine doyduk adeta.. 









Psili Ammos, Limenaria bölgesine yakın ünlü plajlardan biri ve onun yakınında da birçok plaj işletmesi ya da bakir koylar bulunuyor.. Plajların çoğu kumluk ve denizin rengi yine diğer sahiller kadar etkileyici. 
Yani o bildiğimiz ve sevdiğimiz Ege işte!

Potos kasabasına yakın olan plajlara giderken ya da dönerken, Potos kasabasına mutlaka uğranmalı diyorlar, haksız da sayılmazlar.. Denize kıyısı olan bir kasabanın insan üzerinde bıraktığı o tatlı duygu nasıl tarif edilir bilemiyorum ama, o tanıdık hisler kesinlikle varoluveriyor bu kasabada..

Psili Ammos’a dönersek, kendisi geniş bir plaj ve oldukça organize. Tüllü localar dahi bulmanız mümkün oluyor. Pefkari ise kum-çakıl bir sahil. Organize bir plaj olmakla birlikte kamp alanı olarak da hizmet veriyorlar burada.. Kamp kurmaya meyilliyseniz mutlaka Pefkari üzerine inceleme yapın derim.

Giola ise adanın doğal havuzuna verilen isim. Aliki’ye yakınca bir konumu var. Yol bir noktadan sonra tabelalar sayesinde kolayca takip edilebiliyor. Kendisine ulaşmak için aracınızı Giola’ya varmadan park edip, taşlık yolda bir miktar yürümeniz şart. Ulaşılan noktada ise görüntü derin bir nefes aldırabilir size… Kendinize geldiğinizde, Giola doğal bir oluşum olduğundan, denizin aşındırıcı gücüne hakikaten şaşırıyorsunuz.. Yüksek sezonlarda sabah çok erken saatlerde orada olmak gerekiyor diyebilirim. Aksi halde ne bir tat almanız mümkün ne de gereken şaşırtıcı etkiyi üzerinizde bırakır diye düşünüyorum..

Bu arada Giola gün geçirilecek bir plaj olarak değil de yoldan geçerken uğranıp, doğal güzelliğine göz atıp, denizinin tadına bakılacak bir nokta olarak düşünülmeli.


(görsel internet üzerinde bir siteden...)

Limenaria’ya yakın olan Kastro Köyü’nü de es geçiyoruz biz. Kastro yerlisi arıcılık ile ilgilendiğinden ballarının lezzeti ada çevresinde nam salmış durumda, ama hava çok sıcak ve Panagia’dan bal satın almış olmak bizi bu ziyaretten kolayca vazgeçiriyor. Onun yerine erkenci davranıp yeniden Marble Beach’e gitmek ve denizin hemen önünde güzel bir yer edinmek ya da Aliki’nin kadife suyuna dalmak süzülmek inanın çok daha cazip geliyor fikren..

Benim Thassos’um işte böyle.

Aklımda kalan en derin Thassos hissi; dönüş feribotunu çok erken bir saate aldığımızdan, gün doğumuna feribotta şahit olmamızdı.. 30’lu yaşlarda, doğa beni iyiden iyiye kendine hayran ediyor gibi hissediyorum.. Her daim doğaya karşı duyuları kuvvetli biri olsam da sanki kendisiyle yeni yeni tanışıyoruz gibime geliyor böyle muazzam anlarda.. Yanımda da sevdiğim adam. Galiba 30’larımı en çok doğa ile olan ilişkimin daha da derinleşmesi yüzünden seviyorum, tabi bir de anne olduğumdan…

Sevgiler,
lulu
x


1 Haziran 2018 Cuma

ANDROS ADASI


Yunanistan kıyıları ve adaları ülkemize olan yakınlığı, Avrupa geneline göre daha uygun bir bütçeyle tatil planlanabilmesi ve hem lezzet hem de deniz olarak beklentileri tam anlamıyla karşılaması nedeniyle son yıllarda fazlasıyla popüler durumda.. Biz de senelerdir ülke sınırlarında yaz tatili planlamaya, Atina şehri ve dostlarımızla hasret gidermeye, sonrasında da yeni yeni ada deneyimleri edinmeye devam ediyor ve bunu seyahat hayatımızın bir ritüel olarak kabul ediyoruz.

2017 yazında Alpico'nun okula, bizimse yoğun iş hayatına geri dönüşümüz öncesi son deniz tatilimizi biraz uzunca tutarak; Atina-Aegina-Atina-Andros olarak şekillendirmiştik. Aegina planımız, özlediğimiz lokal ada yaşamını adalı dostlarımızla birlikte yeniden yaşamak amaçlıydı. Andros ise yepyeni bir ada deneyimi sunacaktı bize.. Ayrıca harita üzerinde birbirinden oldukça farklı yerlerde bulunan bu iki ada, çok sevdiğimiz Atina şehriyle de iki kez buluşmamızı zorunlu kılacaktı.. Yani çoklu destinasyonun her türlü olumlu etkisine pek hazırdık diyebilirim.. 

Atina ve Aegina'da edindiğimiz yeni deneyimleri daha önce yaptığım postlara eklemeye çalıştım.. Ancak yepyeni bir deneyim olan ve ismini Yunan mitolojisindeki Anios'un kızı Andros'tan alan 
Andros Adası'nı, ada hakkında çok fazla seyahat yazısı da bulunmadığında, hevesle ve detaylıca paylaşma niyetindeyim.



ULAŞIM

Andros için ünlü Kiklad Takımadaları'nın ikinci büyük adası (en büyüğü Naxos) ve bu grup adalarının en az turistik olanı diyebilirim, zira hem haritadaki konumu hem de diğer popüler adalar gibi Pire Limanı’ndan kalkan feribotlarla adaya ulaşmanın mümkün olmayışı Andros’u kesinlikle daha az bilinir kılıyor. Andros feribotları Atina şehrinin bir diğer liman bölgesi olan Rafina’dan kalkıyor ve ada, Atina şehrine kısmen daha yakın olduğundan, hızlı feribotlar yerine büyük arabalı feribotlar kullanılarak iki saat gibi bir sürede adaya varılıyor. Hızlı feribot kullanılmıyor olması nedeniyle Andros'a giden feribotların bilet ücreti diğer Kiklad mensubu adalara göre oldukça uygun.. 

1. Limana Ulaşım... 

Rafina Limanı'na, aynı Pire Limanı gibi Atina havalimanından düzenli kalkan otobüslerle 30 dakikada ulaşabiliyorsunuz. (Yıl:2017 - 3 euro) Rafina'nın havalimanına uzaklığı yalnızca 15 km olduğundan taksi kullanmak mantıksız bir seçenek değil, ama yine de otobüs ve taksi arasındaki fiyat fark büyük.
(Yıl 2017: Taksi gündüz 35, gece yarısı sonrası 50 euro)

Atina şehir merkezi ve Rafina Limanı arasındaki mesafe ise 40 km. Taksi fiyatları gündüz 50, gece yarısı sonrası 65 euro’ya çıkıyor.. Atina'dan limana otobüs seferleri de var elbette, ancak hem yolculuk bir saat sürüyor hem otobüsler eski olduğundan pek de hijyenik oldukları söylenemez.. (Kalkış durağı; Pedion Areos. Durağa ulaşmak için yeşil metro hattıyla Victoria istasyonuna gitmeniz yeterli. Bilet fiyatı 2017 yılı için 3,00 euro)

2. Adaya ulaşım... 

Biz feribot biletlerimizi Golden Star Ferries'den temin etmiştik, ama Fast Ferries'i de seyahat öncesi mutlaka kontrol edin derim.. Feribot firmaları arasında (seçenek iki bile olsa) fiyat karşılaştırması yapmak her zaman önemli.. Ayrıca şunu da eklemeliyim ki; sabah adaya gidiş saatleri büyük farklılıklar göstermiyor, ama adadan geri dönüş saatleri kendi aralarında mükemmel bir şekilde paylaşılmış durumda. Bu da dönüş gününüz için avantaj yaratıyor ve gece uçuşu olanlara neredeyse bir tam plaj günü kazandırıyor diyebilirim..

Genel olarak Andros feribotlarının ilk seferleri günün çok erken saatinde olduğundan seyahat öncesinde ya Atina ya da Rafina Limanı'nda gecelemeniz gerekebilir. Rafina otellerinin fiyatları oldukça uygun, ancak vasat olduklarını söylemeliyim.. Atina şehir merkezinde keyifli bir otelde kalıp (sonuçta aynı fiyata kesinlikle daha iyi seçenekler var Atina şehrinde), sabah Rafina'ya doğru taksi kullanmak çok daha aklıselim bir davranış olur diye düşünüyorum.. Yine de ekonomik düşünüp Rafina'da konaklamaya karar verirseniz, akşam yemeği için Balkony Restaurant‘ı özellikle manzarası itibariyle tavsiye edebilirim; zira gün batımı vaktinde bu restoranda keyifli bir akşam yemeği yemiş ve mutfaklarını hiç fena bulmamıştık. (Adres : Dimokratias 100, Rafina)

Bu arada feribot yolculuğunun bahsetmem gereken iki olumsuz tarafı var... İlki, gemi kuzey rüzgarlarına karşı yol aldığından rüzgarın hakikaten çok sert esiyor olması. Bu durum açık ve güneşli havalarda dahi denizi fazlasıyla dalgalı hale getiriyor ve koca feribotu beşik gibi sallıyor.. Benim gibi dalgalı denizden hoşlanmıyorsanız, iki saatlik yolculuğun pek keyifli geçmediğini bilmenizi isterim.. İkincisi ise, Andros’un ana limanına yalnızca bir feribotun giriş yapabiliyor olması.. Bu durumda ikinci bir feribot geldiğinde liman dışında bir süre bekleme yapması gerekiyor.. Bekleme süresi neredeyse bir saati buluyor ve hatta bazen geçtiği de olabiliyormuş.. Bu detayı bilerek ada yolculuğuna çıkmakta kesinlikle fayda var..



ANDROS ADASI'NDA NE TİP BİR TATİL PLANLANABİLİR?

Andros'un diğer Kiklad adaları kadar turistik olmayışının (özellikle yabancı turistler açısından) bir diğer nedeni de ada sakinleri içinde Yunanistan'ın hatta dünyanın en büyük armatörlerinin olması ve adayı kendilerine saklı tutma çabaları imiş.. Bu bilgiyi yakın arkadaşımız Stellios’un kaptan olan babasından öğrendik. Andros gibi birkaç ada daha varmış ve korumak/saklamak istediklerinden turistik olmalarına kesinlikle karşı çıkıyorlarmış.. Onları da ziyaret ettikçe sizlerle paylaşırım umarım..

Andros kesinlikle sakinlik ve dinlenme tatili arayışındaysanız planlarınıza dahil edilebilir. Gündüzleriniz olağanüstü plajların peşinde, enfes sularda ve doğa keşifleri yaparak geçer; akşamlarınız ise lezzetli sofralarla şenlenip, belki birkaç kadeh sonrası çok da geç olmadan sonlanır... Yani diyeceğim şu ki; Andros'ta diğer Kiklad grubu adalarından olan Paros ya da Mykonos gibi (ki bence Mykonos Yunan adası kriterlerini taşımıyor) bir gece hayatı potansiyeli ya da plajlarında parti havası ve çılgınlıklar beklememelisiniz..

Andros'un dağlık alanları ve yeşil dokusu doğa yürüyüşleri açısından cennet kabul ediliyor. Bitki örtüsünün yeşil ağırlıklı oluşunun en önemli nedeni ise diğer adalardan farklı olarak suyun bol oluşu. Bu yönüyle Yunanistan'da alıştığımız çorak ada tepeleri bu adada daha az görülüyor diyebilirim ve yeşillikler içinde enfes yürüyüş rotaları bulabiliyorsunuz.. Yürüyüş konusunda işaret/yön sisteminin de gayet başarılı olduğu gözlemlenebiliyor.. Ada bu yönüyle de kitle turizmi yerine nitelikli ve bilinçli turist peşinde olduğunu gösteriyor sanırım.

KONAKLAMA

Adayı Gavrio, Batsi ve Andros (Chora) olarak üç bölüme ayırabilirsiniz.

Gavrio:

Gavrio adanın batı tarafında kalan liman bölgesi olduğundan, adaya ulaştığınızda feribotunuzun yanaşacağı yer burası oluyor. Daha çok araç kiralamak ya da feribot yolculuğu öncesi/sonrası bekleme sırasında yararlanabileceğiniz bir geçiş bölgesi olarak düşünebilirsiniz kendisini. Konaklama için uygun alternatifleri de var elbette, ama Andros'un güzelliğine ve kalitesine yakışır bir konaklamayı merkezde bulmak pek mümkün değil gibi...

Gavrio'nun 2/3 km sonrasındaki tatlı yerleşim bölgesi Agios Petros oldukça kaliteli isletmelere sahip diyebilirim. Biz, Yunan arkadaşlarımızın da tavsiyesiyle bu bölgede çok memnun kaldığımız bir işletmede konakladık. Tam ismi Aithra Houses, Apartments and Maisonettes'di ve Agios Petros Plaji'nın hemen ardında yükseldiğinden bize hem nefis bir Ege manzarası hem de kendimize ait mavi bayraklı bir plaj avantajı sunuyordu.. Bir de üzerine bonus olarak adanın en eski ve en geleneksel restoranı Giannoulis Restoran otelimizin bünyesinde bulunuyordu.

Bahsi geçmişken; Giannoulis yol kenarında bulunan, ağaçların gölgesinde kalmış ve denizi de görebilen keyifli bir öğle yemeği adresi olarak kabul edilebilir.. Eğer giderseniz adanın ünlü yemeği Fourtalia'yı özellikle burada denemenizi öneririm.







Agios Petros'ta birkaç lokal taverna ve restoran, pastane, manav ve süper market de bulunuyor. Bizim kahvaltı mekanı olarak benimsediğimiz bir de Juice Bar'ları var hatta.. Sabahlarımızın uzun bir yürüyüş üzerine deniz ve sonra da Juice Bar’ın doğru sıkım meyve/sebze sularıyla nefis bir ritüele dönüştüğünü söyleyebilirim.. Çok sevdik biz bu dükkanı...

Bir öğle vakti denediğimiz Hot Spot Pizza Bar'ı da beğenmiştik diye hatırlıyorum. Burası alternatif bir pizzacıydı. Alternatif diyorum, zira hakikaten enteresan pizza çeşitlemeleri yapılmıştı menülerinde. Pizzaları dilim olarak da alabiliyorduk ve salatalarını çok lezzetli bulmuştuk.

Not: Gavrio'dan yola çıktığınızda, Batsi bölgesi 8, Andros (Chora) ise yaklaşık 30 km uzaklıkta kalıyor ve bu kıyı şeridi muhteşem görüntülere sahip.. Araçla yol alırken sık sık durmuş ve nefes kesici Ege görüntülerine dalıp gitmiştik ailece.. Hatta bazı sabahlar, bu görüntülere karşı sevdiğimiz müzikleri dinlerken kahvaltı sularımızı içtiğimiz de olmuştu, enfes sabahlardı… 



Batsi: Batsi için adanın batı kanadında kalan en turistik bölge diyebiliriz, ancak yine de bir balıkçı kasabası görünümünü koruyabilmiş bir yerleşim olduğunu da düşündürdü bize.. Küçük ve kıyıdan tepelere doğru genişleyen bir merkeze sahipti. Daracık sokakları olan minik bir çarşısı vardı merkezinde.. Çarşı içinde ise pek şirin kafe, restoran, bar ve butikler bulunuyordu. Bir Mykonos ya da Paros gibi görsel olarak aşırı tatmin edici ve fotojenik sokak ve dükkanları olduğunu söyleyemem, ama yine de kendi halinde ve keyifliydi..

Bir akşam yemeğimizde Batsi’nin merkezindeki restoranlarından Oti Kalo'da cidden memnun kaldığımız bir akşam yemeği yemiştik. Restoranı tavsiye ederim, ama mutlaka teras bölümünde ve denize en yakın masalarında oturmanızı da önererek…

Batsi'de uzun, mavi bayraklı ve yeterince organize olan Batsi Plajı bulunuyor. Eğer bu çevrede konaklıyorsanız bu plajı tercih edebilirsiniz elbette, ama diğer yandan ada öylesine enfes plajlara sahip ki; burada yüzmek için zaman harcamanızı pek önermem. Çok çok sabah yürüyüşleri sonrası serinlemek için tercih edilebilir.  

Konaklama açısından Batsi merkez yerine kasabanın az ilerisinde kalan Stivari bölgesine göz atabilirsiniz. Stivari, tepelik ve doğayla iç içe kalmış bir yerleşim bölgesi. Deniz her daim yakınınızda ve gün batımı seyri için de nefis bir nokta kendisi. Stivari’den sonra yol Paleopoli'ye ulaşıyor. Paleopoli antik dönemden günümüze dek ulaştığı söylenen bir yerleşim yeri. Adanın ilk başkenti imiş hatta.. Denize doğru uzanan merdivenimsi manzarası görülmeye değer.. Bu manzaraya karşı sabah sessizliğini dinlediğimiz enfes bir anımız olmuştu. Hatırlanası anlar gerçekten de… 



Andros (Chora): Yunan adalarında “Chora” olarak adlandırılmış bölge başkent anlamına gelir. Andros Adası'nın Chora'sının adı ise bazı kaynaklarda Chora olarak bahsedilse de yerliler arasında daha çok Andros olarak geçiyor.. Bu önemli noktayı seyahat öncesi bilirseniz, kısa süreli de olsa yaşanan kafa karışıklığını ortadan kaldırmış olursunuz.

Andros/Chora, adanın doğu yakasında kalıyor. Gavrio ve Batsi yerleşimlerine uzak bir mesafede olduğu söylenebilir, ama buna rağmen kesinlikle etkileyici mimarisi, keyifli çarşısı ve restoranlarıyla turistlerin ilgisini çeken bir bölge kendisi. Özellikle hançer şeklindeki yarımada görüntüsüyle fazlasıyla popüler olduğunu bile söyleyebiliriz.. Dar sokakları, keyifli meydanları, beyazına karışmış maviler, yeşiller, lilalar, grilerle süslenmiş evleri ve yarımadanın en ucunda kalan feneriyle hakikaten çok güzel bir sahil kasabası Andros.

Meçhul denizci Afanis Naftis'e adanmış heykelin bulunduğu teras kıvamındaki meydandan manzaraya ve Andros Chora Feneri'ne (Tourlitis Lighthouse) uzun uzun bakmanızı öneririm. Hatta bizim gibi meydanın yanındaki merdivenlerden aşağıya inip, denize ayaklarınızı sarkıtarak melankolik düşüncelere dalmanızı ve çevreden gelen ada seslerini boş verip, denizin sesine odaklanmanızı da tavsiye ederim..

Uzun alış veriş caddesi ve caddeyi kesen ara sokaklarını doyasıya gezdikten sonra, Andros'un ana meydanında bulunan dev çınar ağacının gölgesinde oturup frappe içmek Andros kasabası için bir ritüel kabul ediliyor.. Bu vesileyle ada yaşamını ve aristokrat yerlilerin birbirleriyle olan iletişimlerini de gözlemleme şansınız oluyor. Eğer bulunduğunuz yerin doğal hayatına karşı derin bir açlık duyuyorsanız, hakikaten dinlendirici olduğu kadar keyifli de bir aktivite oluyor bu ritüel..

Kasabada yemek konusunda alternatifiniz çok çok fazla. Görür görmez çok sevip, ana caddeye bakan dış masalarında yer bulunca kaçırmak istemediğimiz Endochora'da nefis bir akşam yemeği yedik biz.. Yemek üzerine de Dolly's Bar'da keyifli kokteyller aldık sevgiliyle.. Alpico ise yemek sonrası restoranın hemen çaprazındaki Dodoni ve daha sonraki gecelerden birinde de Yo n Ice  dükkanlarında ada dondurmasının tadına baktı.

Stenies, kasabaya yakın yemyeşil bir köy. Evlerinin güzelliği ve dağ eteklerinden denize uzanan görüntüsüyle hakikaten sevilesi ve zaman var ise uğranası bir köy diyebilirim.. Andros'a yakın aşağı kale Kato Kastro ve yukarı kale Pano Kastro Orta Çağ’da adanın en güçlü yerleşim yerleri olarak bilinirmiş ve Venedikliler tarafından yapılmış. Kocaman bir platonun tepesinde, yüksek bir alanda bulunan kalelerden günümüze az bir kalıntı ulaşabilmiş durumda.. 

Andros kasabasında, adayı kültürel olarak farklı bir yere taşıyan Goulandri ailesinin izleri bulunuyor. Aile, sanat koleksiyonlarının içinden geniş bir seçkiyi adaya bağışlayıp, Modern Sanat Müzesi'nin açılmasını (1979 yılında) sağlamış ve bu vesile ile adaya Chagall, Picasso, Matisse, Rodin ve Kandinsky gibi dahilerin eserlerini kazandırmışlar.. Aynı şekilde yine Goulandri ailesinin katkılarıyla kurulmuş Arkeoloji Müzesi de görülmeye değer diye düşünüyorum.

NOT: Goulandri ailesi, yazımın başında da bahsettiğim gibi adada bulunan ve adanın turistik olmasını değil, nitelikli turist almasını arzu eden armatör ailelerden biri..











Adada Neler Yapılır? 

Bizim bir Yunan adasında olduğumuzda yaptığımız en değişmez aktivite; motor ya da araba ile ada etrafını mümkünse 360 derece dönmek! Bir adayı doyasıya keşfetmek adına en ideal yolun bu olduğuna inanıyoruz ve genelde de yanılmıyoruz.. Andros Adası'nda bu aktiviteyi yerine getirirken, öncelikle adanın oldukça büyük bir coğrafya olduğunu hesaba katmak gerekiyor.

Ana yerleşim yerleri Gavrio, Batsi ve Andros dışında, hemen hemen her gününüzü dağ-tepe, köy-kasaba ve vahşi plaj keşfederek macera dolu geçirebiliyorsunuz. Ancak şu da aklınızda olsun ki; ulaşım, adanın coğrafi yapısı nedeniyle pek de kolay sayılmaz. Özellikle de vahşi ada plajlarına ulaşmak zaman zaman "fazlasıyla" zorlayıcı olabiliyor..

Adanın plajları içinde her zevke ve ihtiyaca uygun bir plaj bulmanız mümkün. Konumu merkezi olduğundan konforunuzu koruyabileceğiniz plajlar, kasabaların dışında ama ulaşımı kolay ve organize olanlar... Gizli saklı ve zorlu yollarla ulaşılabilen vahşi plajlar.. Mavinin en güzel geçişlerini takip edebileceğiniz ve bir anda karşınıza çıkıveren cennet sular... Kumlu ya da çakıl taşlı seçenekler.. Hakikaten onlarca farklı ve alternatif sahil bulunuyor Andros Adası’nda..

Tüm plajları deneyimlemek açıkçası biraz zor. En azından bizim seyahatimiz adayı keşfetmeye yetecek zamana sahip olmasına rağmen tüm plajlarını deneyimleme şansımız olamadı, zira ulaşım bazı plajlar için öylesine zorluydu ki; daha çok en merak ettiklerimizi ve bize en fazla tavsiye edilenleri ıskalamamaya çalıştık.. Deneyimlediğimiz plajların hepsini görsellerle anlatayım istiyorum size, bu sayede kendi plaj rotanızı oluştururken çok daha yardımcı olmuş olurum..

NOT: Biz adayı Eylül ayının ilk haftası ziyaret ettiğimizden birçok plajda yalnızca biz vardık, ama lokallere göre uzak ve vahşi olan plajlar en yoğun aylarda dahi kalabalık olmazmış. Bu, ada seyahatinde Andros’u tercih etmeyi düşünenler, ama özellikle de sakinlik arayanlar açısından cidden mühim bir detay diye düşünüyorum.


Andros Çevresi... 

Andros kasabasından çıkıp güneye doğru devam ederseniz eğer, harika manzaralar eşliğinde Ormos Koryhiou yani Korthiou Körfezi'ne ulaşıyorsunuz.. Körfeze inen yoldaki son dönemeç ve orada göze değen manzara öylesine güzel ki; hala gözümü kapattığımda karşımda canlandırabiliyorum o güzelliği.. Körfez, hem konaklama hem de yeme-içme anlamında birçok işletmeye sahip, ancak biz burayı bir geçiş noktası olarak kabul ederek, körfeze yakın şahane bir plaja doğru uzanıyoruz. "Avrupa'da ziyaret edilesi plajlar" listemizin pek kıymetisi oluyor kendisi. Adı; Tis Grias to Pidima. Bu plajı yazının ilerleyen kısmında oldukça detaylı anlatacağım, zira hikayesi anlatılmaya değer..   



Ada Plajları...

Plaj keşiflerinde önce Gavrio'dan kuzeye doğru yol alalım…

Gavrio'dan aracınızla 5 km kadar kuzeye seyrettiğinizde ilk uğranası sahil için FELLOS diyebilirim. Minik çakıl taşlı geniş bir kumsala ve kristal bir suya sahip kendisi.. Organize bir sahil değil, ancak ağaçlar plajın etrafında keyifli gölgeler oluşturuyor ve gözlemlediğimiz ada sakinleri bu gölgelerde saatlerini geçiriyor.. 

Fellos sonrası eğer acıkmışsanız lokal bir ada tavernası örneği kabul edebileceğiniz To Steki Tou Andrea'ya uğramanızı önerebilirim. Bahçe içinde ve ağaçlar altında kalan salaş ve bir taverna burası. Çocuklar için minik bir parka da sahip. Yediğimiz her tabağın anne eli değmişçesine önümüze geldiğini söyleyebilirim.. Midemizde de güzel hisler bıraktı hepsi.. Yalnızca sipariş anında çok övdükleri kokoreçlerini pek beğendiğimizi söyleyemem. Gerçi fazla beklentiye de girmemiştik, zira Thassos Adası’nın Panagia Köyü’nde de kokoreç konusunda fazla iddialı konuşmuştu yerliler, ama sonunda “nerede bizim kokoreçler” diyerek sofradan kalkmıştık.





Fellos sonrasında az daha kuzeye çıkarsanız yol sizi çakıl taşlı nefis bir plaja daha ulaştırıyor. İsmi PISOLIMIONAS. Organize bir plaj değil kendisi ve çevresinde ağaç da bulunmadığından gölge edinme şansınız ne yazık kı yok, ancak suyu elbette bir harika.. Yani ya hazırlıklı gitmelisiniz bu plaja ya da bizim gibi denizine girip kuruduktan sonra yola devam etmelisiniz..



Fellos ve Pisolimionas sonrası karnımız da yeterince tok olduğundan neredeyse adanın en kuzey plajları diyebileceğim Peza (Mikri and Megali) 
ve Zorkos 
arasında bir seçim yaparak ZORKOS'u hedef aldık. Tanrım! O nasıl uzun ve zor bir patika yoldu öyle!! 

Zorkos'a giden patika yol boyunca bir yandan Yunan arkadaşlarımızın tavsiyelerine güvenirken, diğer yandan da ufak ufak söylendik diyebilirim.. Yine de iyi ki yolumuzdan vazgeçmemişiz diye düşünüyorum şimdilerde; zira bu zorlu yolculuk sonrasında ulaştığımız cennet suyun güzelliği bizi sonraki günlerde yapacağımız daha zorlu plaj yolculukları için de resmen motive etti diyebilirim. O derece güzeldi Zorkos deneyimimiz...

NOT: Zorkos'un zorlu yolunda Aegea Blue Cycladic Resort adında enfes bir tesis bulunuyor.. Balayı ya da romantik bir tatil planınız varsa, hem manzarası hem de dekoruyla tavsiye etmekten hiç çekinmeyeceğim bu tesis hakikaten nefis bir alternatif olabilir.. Zorkos'un plajı bu otel sayesinde organize hale getirilmiş durumda ve işletme dışarıdan gelen ziyaretçiler tarafından da kullanılabiliyor.. Otelden bağımsız hareket etmek isterseniz; kumlara yayılıp, plaj barından da yararlanabiliyorsunuz.. 



Şimdi bir başka keşif yolu çizelim ve harita üzerinde Gavrio'dan güneye doğru yol alıp, o kıyıların plajlarına bir göz atalım... 

Gavrio sonrasında bizim otelimizin de hemen önünde kalan, mavi bayraklı ve geniş bir kum sahil olan Agios Petros bulunuyor. Birkaç plaj işletmesi bulunan, ama otel sakinleri dışında daha çok ada yerlileri tarafından ve genellikle öğleden sonraları kullanılan bu uzun plaj, ada rüzgarlarına oldukça açık bir pozisyonda kalıyor. Bu da suyunu genelde dalgalı bir hale getiriyor. Ancak rüzgarsız ya da rüzgarın az olduğu günlerde eğer bu bölgede konaklama yapıyorsanız elbette bu sahili tercih edebilirsiniz.. Biz Agios Petros'u sabah yürüyüşlerimiz sonrasında serinlemek için kullandık, ama seyahatimizin son gününde de rüzgarsız bir hava avantajıyla tüm gün keyifle bu sahilde geçirebildik.. Ama yine de oteliniz bu sahilde değilse, pek de tavsiye edeceğim bir plaj değil kendisi...



Agios Petros yerine az daha ileriye alayım sizi...

Agios Petros sonrasında yürüyerek bile ulaşabileceğiniz, adanın en organize ve en popüler plajlarından biri olan Christi Amos ya da diğer adıyla Golden Beach bulunuyor. Kum bir plaj burası ve özellikle çocuklu aileler tarafından tercih ediliyor. Şirin bir plaj barı, keyifli müzikleri ve basit birkaç yemek alternatifi var. Agios Petros'a göre daha korunaklı kaldığından kuzey rüzgarlarından etkilenme oranı da daha düşük diyebilirim.. Yani bir tam gün geçirebileceğiniz bir işletmelerden biri kendisi.. 





Golden Beach sonrası yine aynı istikamette yola devam ederseniz; Kipri plajını es geçmenizi, ama Agios Kiprianos Plaji'nda mutlaka durmanızı öneririm. Biz bu plajı araçla gelip geçerken gözümüze kestirmiştik, çünkü yanı başındaki küçük şapel çok fotojenik, suyu ise pek şıkır şıkır duruyordu.. Bir öğleden sonramızda güneşi gözden yitirmeden evvel uğradık Kiprianos'a. Küçük sahilinin sol yanındaki kayalıklar sayesinde arabadan gördüğümüzden çok daha güzel bir suyu vardı.. Burada bir saat kadar zaman geçirdik ve üçümüzü de çok mutlu etti o bir saat.. 

Merkezi ve kolay ulaşılır bir plaj olduğundan yüksek sezonda kalabalık olur mu bilemiyorum, ancak bilin ki plajı organize değil ve daha çok lokaller tarafından tercih ediliyor gibi bir hali var.. Araçların park edildiği terasımsı alanın ardında ise ismini plajda bulunan şapelden alan Agios Kyprianos Tavern mevcut...





Agios Kiprianos sonrasında yol nefis ama çok çok nefis manzaralarla Batsi'ye ulaşıyor. Biz organize bir plaj olan olan Batsi Plajı'nı es geçtik, zira amacımız çok daha vahşi plajları deneyimlemek ve daha etkileyici sularda yüzmekti. Aslında bu amaçla yolumuz üzerindeki birçok plajı es geçip hedefimize kitlendik de diyebilirim. Yani Apothikes'e! :)

Apothikes, yine "zor" olduğunu düşündüren bir yolcukla ulaştığımız ve yine nefes kesici bulduğumuz plajlardan biriydi. Ulaştığımız zümrüt sular ve sahilin el ayak çekilmiş sessizliği tüm yol işkencesini saniyesinde unutturdu bize diyebilirim.. Ayrıca şunu da eklemeliyim ki; zor bir patika diye bahsetsem de Zorkos'a göre çok daha kolaydı yolculuğumuz..

Çok uzun bir plaj değildi Apothikes, ama suyun rengi ve deniz içindeki mağarasıyla inanılmaz güzel bir sahildi.. Bir plaj işletmesi de bulunuyordu aslında, ama yalnızca yüksek sezonda açık olduğunu söylediler.. 





Apothikes sonrası adanın batı kıyılarından tam olarak doğu kıyılarına geçiş yapmanızı öneririm. Haritadan da incelerseniz Apothikes'in haritadaki tam karşı kıyısı daha önce de bahsettiğim Korthiou Körfezi'ne denk geliyor. Ve bu körfeze doğru direksiyon kırmak, adanın iç bölgelerinden geçip, seyahat listemizin baş köşesinde bulunan TIS GRIAS TO PIDIMA plajına ulaşmayı sağlıyor..

Tis Grias To Pidima, Ormos Korthiou bölgesinde bulunuyor. Organize bir plaj değil ve en önemli özelliği denizin içinde bir anıt gibi yükselen ihtişamlı dev bir kayaya sahip oluşu.. Plaja ulaşmak için körfez sonrası tabelaları takip ederek dar ada sokaklardan ilerlemek ve bu sayede körfezin tepelerinde bulunan araç park noktasına ulaşmanız gerekiyor. Bu alanda aracınızı park edip kayalık patikadan bir miktar zorlanarak da olsa yürümeniz şart, ama inanın deneyimleyeceğiniz görsel güzellik ve yüzeceğiniz enfes su rengi sıcağa rağmen bu yürüyüşe değiyor..

Denizin içinde bir anıt gibi yükselen kaya, mitolojik hikayeleri pek sevdiğimden bana ilk bakışta Hitit destanlarında bahsi geçen Kumarbi Efsanesi'ndeki Ullikummi'yi hatırlatmıştı; zira boyuna yükselen bir diyorit taşı gibiydi denizin içinde yükselen kaya parçası. Çok etkileyiciydi. (Ullikummi, Hitit dinlerinin üzerinde büyük bir etkisi olan, yani bir bakıma Hitit dininin temellerini atan Hurri mitolojisine göre dev bir taş canavar oluyor ve yanılmıyorsam Kumarbi'nin de torunu kendisi..)

Bu arada bizim minik Alpico, tüm seyahat boyunca artık kopması an meselesi olan bir dişini hapşurmak suretiyle bu plajda kaybetti. Aradık taradık, zar zor bulduk ve sonra yeniden kaybettik.. Ve bu anlarda ailece aşırı eğlendik... Böyle de neşeli bir anımız var bu güzel plaja dair..

NOT: Olur ya, zorlu doğa yürüyüşlerinin insanı değilseniz, yüksek sezonda Korthi’den kalkan küçük botlarla da plaja ulaşmanız mümkün olabiliyormuş.





Syneti, Syneti Köyü'nde bulunan nefis bir taşlık plaj ve benim filmler izinde şekillendirdiğim seyahat notlarımda da önemli bir yere sahip diyebilirim; zira Yunanlı yönetmen Pantelis Voulgaris'in Little England filminin bazı bölümleri bu plajda çekilmişti..

Syneti, kuzey rüzgarlarını kuvvetlice alan bir konumda olduğundan dalgasıyla ünlü bir plaj ve ulaşım bir miktar zor, ama kesinlikle çok görülesiydi benim nazarımda ve yoluda daha zorlu da olsa es geçemezdik... Bu arada adadaki "Dipotamata" kanyonunun bitiş noktası bu plaj olduğundan suyu diğer plajlara göre bir tık daha soğuktu diyebilirim. Vahşiliği gereği organize de değildi elbette.. 





Syneti sonrası Andros kasabasına ulaşmak oldukça kolay oluyor. Kasabayı çevreleyen iki büyük plaj mevcut. Biri; Paraporti, diğeriyse Niborio. Bu plajlar sonrasında da Piso Gialia var. Biz bu üç plajı yine isteyerek es geçtik, çünkü bu kez hedefimizde Andros’un kesinlikle en vahşi, en doğal ve neredeyse tüm Yunan adaları içinde en güzel sulardan biri olarak kabul edilen ACHLA var... Yalnız konuştuğumuz herkes, ama eksiksiz herkes Achla'ya ulaşmanın çok ama çok zor olduğundan bahsediyor.. Biz de kendi aramızda “biz Zorkos’a arabayla gittik, Achla’dan mı korkacağız?” diye bıdıbıdılanıyoruz... 
 
İtiraf etmek gerekirse, yolculuğu hafife almış olmamıza hala düşününce kızıyorum.. Neticede arabada yedi yaşında bir çocuğumuz da varken, böyle maceralar biraz sorumsuzluk gibi geliyor bana ve bunu yapmaya hakkımızın olmadığına inanıyorum.. Ancak zamanda geriye dönüş yok ve olanlar oldu....

Dediğim gibi yolculuğumuz Andros kasabası sonrasında tatlı tatlı ve kıyılardan hafif hafif tepelere çıkarak devam etti.. Ne zaman ki Achla plajına inen patika yola saptık, ancak o zaman durumun ciddiyetini ve zorluğunu aslında hiç hayal bile etmediğimizi anladık diyebilirim.. Çok zorlandığımız Zorkos plajına inen yol Achla'nın yolu yanında resmen otoban sayılabilirdi.. O derece engebeli, dar, ıssız ve zaman zaman uçurumlu bir yol olarak devam etti ve asla düzelmeden, hatta daha çok kötüye doğru giderek sürdü yolculuk..

7 km.lik, yani normalde yedi, hadi bilemedin on dakikada alınacak yolu tam 1,5 saatte aldık.. İnanılmaz bir deneyimdi.. Bazı anlar ağlamamak için zor tuttum kendimi, zira geçmiş seyahatlerimizde de olumsuz tecrübeler yaşamıştık, ama bu derece zorlayıcı, engebeli ve de tehlikeli bir deneyimin bile bile üzerine atlamamıştık.. (annelik ve bitmez vicdan sorguları…)

Tüm bu zorluklar sonrası, toz toprak içinde vardığımız sahilde öylesi bir güzelliğe merhaba dedik ki; gerçek anlamda büyülendiğimizi düşündüm gözlerim denizin rengi ile ilk buluştuğunda.. O derece muazzamdı su rengi ve göz hafızamda edindiği yeri fotoğraf çekerek asla tam anlamıyla yansıtamayacağımı biliyordum.. Plajda geçen enfes anlar, tenimize değen kadifemsi suyun hazzı, iyileştirici etkisi ve plajın sonundaki minik şapel ziyareti sonrası dönüş yoluna geçtik. Yolun eziyetini hem yaşadığımız mükemmel yüzme deneyimiyle hafifletmeye çalıştık hem de gelirken yol üzerinde gördüğümüz Venedik kalesini ziyaret ederek bir parça da olsa molalarla hafifletmiş olduk. Ayrıca nasıl bir geri dönüş yolunun bizi beklediğini bilerek yol almak da kendimizi daha güvende hissettirmişti..
 
Evet, çok zordu bu yolculuk. Hatta hem fiziksel hem de ruhsal olarak canımıza okudu desem abartmış da olmam, ama yine de şu an bu satırları yazarken; "iyi ki" diyorum…

Achla için şu önemli notu da eklemem gerek; yüksek sezonda eğer ada rüzgarları izin verirse Andros kasabasından Achla'ya küçük teknelerle ulaşım sağlanıyormuş. "Bu güzelliğe mutlaka zorluklarla mücadele ederek ulaşın" gibi saçma bir cümle kurmayacağım elbette, o nedenle tekne şansınız varsa bu şansı kullanmanızı öneririm. Eğer mutlaka araç ile gidecekseniz, kiraladığınız aracın arazi tipi olması en azından kendinizi bir parça da olsa daha güvende hissetmenizi sağlayabilir.

NOT 1: Achla yolunda, Onar tabelası karşınıza çıktığında sakın o yola sapmayın; zira gereksiz bir gir çık yapmak durumunda kalarak, zaten zor olan yolu daha da uzatmış ve zorlaştırmış olursunuz..

NOT 2: Onar Andros'un en alternatif tatillerinden birini sunan ecofriendly bir kompleks.. İnzivaya çekilme ve doğayla baş başa kalabilme tatillerinden hoşlanıyorsanız burası tam olarak sizin yeriniz olabilir; zira müthiş bir işletme… 











Achla sonrası gözümüz, gönlümüz başka bir güzelliği görmek istedi diyemem. Ayrıca bir başka zorlu yolculuğa kesinlikle çıkma niyetinde de değildik, çünkü hem yorgun hem de fazlasıyla doygun hissediyorduk artık... O yüzden adanın diğer önemli plajlarından Vori, (ki batık bir gemisi olduğundan bu plajı görme niyetimiz vardı) Lefka, Ateni ve Vitali plajlarına sevgiyle pas dedik..

Andros seyahati sonrası beni en mutlu eden şey; yine aynı yaz sezonunda ziyaret ettiğimiz İtalya/Puglia seyahatinin de etkisiyle adayı Cittaslow felsefesi izinde doya doya yaşamamız oldu… Uzun senelerdir meditasyon pratiği yaptığımdan "an"da olmaya kıymet veren biriyimdir esasen, ama zaman zaman seyahatlerimizde 
koşturmalar ve telaş bizi esir alabiliyordu.. Ki asla koştur koştur gez, fotoğraf çek ve yola devam et insanı da olmamışımdır ben.. Yine de Cittaslow felsefesi bana başka pencerelerden de hayata bakmayı hatırlattı diyebilirim. Gelişmekten asla yılmayan ruhlarımıza şükran..

Tatil bittiğinde ve nihayet eve vardığımızda 2017/18 Kış sezonuna sevgi dolu ve iliklerimize dek dinlenmiş olarak hazırdık ailece.. Dilerim bu güzel adayı deneyimleme şansı yakalarsınız sizler de... 

sevgiler
lulu
x