Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

27 Ocak 2017 Cuma

MONACO VE OCEANOGRAPHIC MUSEUM - Anne Çocuk Tatili Vol.5

Selam yeniden!

Şehirdeki dördüncü günümüz yine erken ve elbette yine heyecanla başladı.. Bu kez planımız; Monaco’da askerlerin nöbet değişim törenlerini izlemek, The Oceanographic Museum (Musee Oceanographique) ziyareti ile Alpico'nun su altı dünyasıyla olan ilişkisini kuvvetlendirmek, Monte Carlo semtinde F1 pilotlarının ağlattığı yollarda lastik izlerini takip etmek ve ünlü kumarhaneler meydanında Cafe de Paris yaramazlığı yapmaktı. Arada deniz keyfimiz de olacaktı pekala... Tüm bu planlar içinde Cafe de Paris kısmı beni de heyecanlandırıyordu açıkçası, zira burada görsel olarak aşırı güzel dondurma kokteylleri servis ediliyordu ve Alpico'nun siparişi önüne geldiğinde gözleri adeta ışıldayacaktı.. 

Sabah kahvaltı rutinimizi; La Fougasserie’den baget ve kruvasan, Cours Saleya‘dan taze meyve alarak yine Nice'in taşlık plajında yerine getirip, bu kez denizde hiç ıslanmadan yolumuza koyulduk. Monaco'ya tren ile gitmek otobüsten çok daha hızlı bir tercih olduğundan Gare de Nice Ville'e yürüyüp, şehre tren yolu ile ulaştık. Daha önceki seyahatimizde bir dağın içine saklanmış Gare de Monaco Monte Carlo'dan dışarı çıktığım ilk an, tarifsiz bir mutluluk hissetmiştim. Hatta beni tanıyanların "bu tam bir Lulu pozu" dedikleri kendime göre ikonik sosyal medya fotoğrafım o an çekilmişti.. Tren garından çıktığımızda o an'a ışınlanmak ve o an’ı yeniden yaşamak benim için harikaydı.. Durup Alpcan’a o fotoğrafımı gösterdim, gülümsedik ikimiz de. 


(2013 Temmuz)

Monaco’nun oldukça küçük bir yerleşimi olduğundan tüm şehri/ülkeyi yürüyerek dolaşmak çok akıllıca bir iş oluyor. Bunu bir önceki seyahatten bildiğimden, Alpico ile gayet rahat ve telaşsızca hedeflerimize doğru yol aldık. (İşte bu tip geçmiş zaman deneyimleri beni konforlu hissettirdi.. Yepyeni ve daha önce gitmediğim bir yerde olsaydık bir miktar hazırlıksız olabilir ve çeşitli aksiliklere tek başıma göğüs germek beni yorabilirdi..) 

Ara sokaklarda dolanırken saat 11:55'te Prens Albert'in sarayının önünde gerçekleşecek saray muhafızlarının nöbet değişim törenini yakalamak için vaktin nasıl geçtiğini anlamadık bile.. Vakit yaklaşınca şehrin tepelik kısmına doğru tırmanışa geçtik. Alpico'nun bu seromoniyi izlemesini çok istemiştim, o yüzden zamanı tam olarak tutturabilmemiz harika oldu. Gerçi yokuşlu yürüyüş sıcak hava yüzünden bir miktar zorladı bizi ama bol su ve marinanın fotoğrafını çekmek için soluklandığımız noktalar işimizi kolaylaştırdı diyebilirim. Bu arada Hercules olarak bilinen Monaco Limanı doğal bir koy ve Fransız Rivierası'nın sayısı az olan derin su limanlarından biri. Zaten bu nedenle Cote d'Azur kıyı şeridinde görebileceğiniz en büyük yat ve cruise gemileri (300 mt'ye kadar) Hercules Limanı'nda demirliyorlar.

Yorucu yürüyüşümüz sonrası asker değişim törenini ilgiyle izleyip, sarayın önünden kısa bir yürüyüş ile önce Monaco Katedrali ve sonrasında da hedef müzemize ulaştık. 



The Oceanographic Museum; 1910 yılında reformcu yönüyle tanınan Prens Albert tarafından kurulmuş. Akdeniz Bilim Komisyonu ve Okyanus Bilimleri Enstitüsü tarafından desteklenen bir organizasyonu var müzenin.. Amaçları, halkı deniz ve okyanuslar hakkında daha bilinçli kılmak. Müze, bir uçurumun kenarına yani denizin yanı başına inşa edilmiş çok çarpıcı güzelliğe sahip bir binada bulunuyor. Binanın tamamı müze olarak hizmet veriyor ve içinde hemen hemen merak ettiğiniz tüm deniz canlıları hakkında detaylı bilgiler bulmanız mümkün.. Bu bilgilere görsel, işitsel, kitabi ya da bazılarına temas ederek ulaşabiliyorsunuz.

Çocuğunuzun ilgi alanına göre hareket ederseniz müze elbette çok daha keyifli bir hale geliyor.. Bizim gezimizin baş kahramanları; denizatları, kaplumbağalar ve köpek balıkları oldu, ayrıca deniz hayvanlarının iskeletlerine ve geçmiş dönemlerde onları avlamak için kullanılan aletlere de fazlasıyla ilgi duyduk diyebilirim. 







Müzenin ilk katında Prens Albert'in araştırma çalışmaları ve bir gemi içine inşa edilen laboratuvarını görebiliyorsunuz. Bu gemide yapılan araştırmaların başında bulunan Dr. Charles Richet 1913 yılında Nobel Tıp Ödülü kazanmış bir bilim insanı. Müzenin en alt katında bulunan akvaryum, Akdeniz ve tropikal bölgelerdeki ekolojik sistemi anlamak için oldukça kıymetli bir bölüm.. Eğer müzenin sakin olduğu bir gününe denk gelirseniz bu bölümden maksimum derecede zevk alabilirsiniz.. Çatıda bulunan teras katı ise; kaplumbağalar, Akdeniz manzarası ve çocuk oyun alanına ayrılmış durumda. Çocuklar oynarken, büyüklerin oturup dinlenebileceği bir kafesi de bulunuyor.

The Oceanographic Museum'un gerçekten etkileyici bir müze deneyimi olduğunu söyleyebilirim. Hayvanat bahçesi gezilerine karşı olduğumuzdan, bu derece bilgilendirici bir deneyim yaşamak ikimize de iyi geldi ve öğrendiğimiz yeni bilgilerle mutlu bir şekilde ayrıldık müzeden. Hele ki; küçük bir köpek balığının kuyruğuna dokunabilmiş olmam günün en heyecan verici anıydı ve günün kalanında bu deneyimden sıkça söz ettik.. 

Bu arada elbette kapitalist düzen bu müzede de peşimizi bırakmadı.. Müze çıkışında insanı alışverişe zorlayan oldukça davetkar bir hediyelik eşya mağazası bulunuyor. Biz de bu davetkar mağazaya karşı duramayıp iki ufak hatıra aldık kendimize.. 

Bu arada müzenin ilk müdürünün okyanus uzmanı, asker ve aynı zamanda yönetmen olup çevre ve okyanusları korumak için mütiş işler yapmış olan 
Kaptan Cousteau olması da müzeye dair gülümsetici bir bilgi olarak burada dursun.. Neticede kendisi çocukluğumuzun efsane kaptanı.. Ayrıca Friends dizisi tutkunları hatırlayacaktır, bir bölümde, yanılmıyorsam 6. sezonda, şapşik Phoebe'miz aşık olduğunu düşünmüştü kendisine.. :)

The Oceanographic Museum, F1'in düzenlendiği hafta sonları ve Xmas vakti haricinde her gün ziyarete açık. Saatleri ise şu şekilde belirlenmiş; 

Nisan - Haziran 10:00/19:00 
Temmuz - Ağustos 09:30 / 20:00 
Ocak-Mart / Eylül-Aralık 10:00 / 18:00  

Bonus Bilgi: Jacques-Yves Cousteau'nun müthiş belgesellerinden Le Monde du Silence (Sessiz Dünya) ve World Without Sun (Güneşsiz Dünya)'yı da izlemenizi ayrıca öneririm.. 








Aslında hemen müzenin çıkışında ziyaret edebileceğiniz egzotik bir bahçe bulunuyor, ancak hava gerçekten çok sıcak ve bizim aklımız denize girmek, F1 pilotlarının izlerini takip etmek ve sonra da dondurmamıza ulaşmakta.. O nedenle de birkaç keyifli fotoğraf çekip kendimizi parkın içinden yavaşça limana doğru bıraktık Alpico ile.. Marinaları aşırı sevdiğimden burada yürüdüğümüz anlar sıcağa rağmen beni çok mutlu etti. Limanı geçtikten sonra United Legend's Footprint yani dünyaca ünlü sporculara ait ayak izlerini Alpcan'a gösterme planım da yolunda gitti ve yürüyüşümüz daha eğlenceli bir hal aldı.. Bir Türk sporcusunun da ayak izi ile karşılaşan Alpcan pek şaşırdı.. Ayak izleri sonrası ulaştığımız şehrin ana plajında bir mola vermek de iyi bir fikir oldu açıkçası; zira Alpcan'a deniz, bana da bira ve patates ikilisi ilaç gibi geldi..

Alpico kuruduktan sonra beş yaşındaki yol arkadaşım için bir miktar uzun, dik ve yorucu bir yürüyüşle F1 yollarından geçerek Monte Carlo casinolar bölgesine, yani Place du Casino'ya ulaştık. Lüks otomobiller, oteller, kumarhaneler ve etrafı gözlemlemek adına insanların yer bulmak için uzun sıralar oluşturduğu Cafe de Paris artık karşımızdaydı! 2015 yılı Sicilya seyahatinde uluslararası Ferrari toplantısına denk geldiğimizden ve sayıları yüzü bulan renk renk Ferrari modellerini 
(yazar burada abartmıyor) daracık Taormina sokaklarda gördüğünden, sayısı çok az olan lüks arabalar Alpico'yu pek etkiledi diyemem.. Az olduklarını düşündü hatta.. Ama Cafe de Paris'te soluklanmak ve yaramazlık yapmak düşündüğüm kadar şahane oldu. Dondurma kokteyli, o küçük güzel gözlerini, gamzeli yüzünü mücevher gibi parlattı diyebilirim.. 









Günün sonunda Nice'e döndüğümüzde biraz dinlenip, rezervasyonumuzu seyahat öncesi yaptığım Le Plongeoir'de akşam yemeğimiz için hazırlandık. Gün boyunca elle tutulur bir şey yememiş, daha çok açlığımızı geçiştirip yaramazlıklar yapmıştık ve bu şef restoranının menüsünü deneyimlemeyi çok haketmiştik.. Le Plongeoir
şehrin romantik adreslerinden biriydi, manzarası şahaneydi ve şansımıza o akşam neredeyse dolunay da vardı.. Küçük yol arkadaşımla aşırı lezzetli bir yemek yedik ve gerçekten harika bir gece geçirdik burada..

Serinin diğer postları; 
Vol.6: Musee Marc Chagall ve Musee Matisse 
Daha önceki seyahatimizden Monaco şehir rehberi ise şurada.

Sevgiler
lulu
x

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder