Öne Çıkan Yayın

PUGLIA - Itria Vadisi

23 Ağustos 2013 Cuma

Kısa Kısa Floransa

"Ben" dolu geçen günlerin ardında kalan tatlı Floransa notları... 



Bu şehirde yapmayı en sevdiğim şey; Floransa dendiğinde birçok kişinin hemen aklına gelen simetrik güzel Ponte Vecchio köprüsüne bakmak, ya da bakakalmak... İkinci
 Dünya Savaşı sırasında Almanların bile bombalamaya kıyamadığı söylenen bir güzel neticede kendisi.. Gece veya gündüz, uzun ya da kısa, Arno nehri kıyısından geçerken görünen ya da seyre dalmak için gidilen..
 
Bir Rönesans şehrini, dahası Rönesans'ın anavatanını müzeleri merkez almadan gezmek mümkün olabilir mi? Bu açıkçası ciddi bir soru oldu benim için; çünkü bu şehirde rönesansın izlerini takip etmeden ne yapılır pek bir fikrim yoktu.. Sonra kendime şunu dedim; "bu şehirde binaların içi de dışı da bir müze kabul edilebilir ve eminim şehrin mağazalarının içlerinde bile sanat dokunuşları beni bekliyor olacak". Ki bu düşüncemin Max Mara'nın mağazasını gezerken gördüğüm muazzam tavan freskleri sayesinde ne kadar doğru olduğunu da deneyimledim..


Mağaza demişken, Salvatore Ferragamo'nun tasarım ve yönetim ofislerinin de bulunduğu tarihi binası ve vitrinleri de birer müze havasında diye düşünüyorum.. Mağaza içindeki "Made to Measure" ayakkabı servisi de ilgi çekici bir nokta. 1938 yılında Somewhere Over The Rainbow filminde Judy Garland için hazırlanmış özel ayakkabıyı da bu vesile ile mağazada görebiliyoruz. Ayrıca mağaza içinde, geçmişte özel olarak dünya starlarına üretilmiş ayakkabı modellerinin yeniden üretilip, satıldığı bir bölüm de var. Kim istemez ki Audrey Hepburn ile aynı model ayakkabıyı giymeyi? (yıl 2013, dilerim uzun yıllar bu bülümler ziyaretçileri selamlar.)

 

Kahve sev(e)miyorum, ama iyi bir tavsiyeci olabilirim... 

Cafe Gilli, Floransa'nın 1733 doğumlu ikonik pastanesi. Her Avrupa şehrinin bir meydan güzeli oluyor, biliyorsunuz. Gilli de Floransa'nın Repubblica Meydanı'
nda bulunan ve her daim şehir yaşamını gözlemleyecek en doğru soluklanma noktası olarak kabul edilebilir. Efsane barına uğramadan, tiramisusudan tatmadan ve sokak müzisyenlerine yalnızca kulak değil kalbimizi de açmadan şehirden dönmek haksızlık diye düşünüyorum.. Öyle yüksek duygularla seviyorum ki bu mekanı, kahve sevmiyor olmama rağmen bir marocchino keyfi yapmak hoşuma gidiyor.. 

1800'lü yıllarda Floransa İtalya'nın başkenti olduğundan liberal fikirlerin havada uçuştuğu müşterisi kitlesinin uğrak yeri imiş Gilli. Daha sonraları ise sayısız sanatçıya açmış masalarını... (Silvio Polloni, Egisto Ferroni, Emilio Pucci gibi..) İşte benim için aynı Paris'te de olduğunu gibi bu isimlerin zamanında müdavimi oldukları bir mekanda bulunma hissi hakikaten tanımsız.. Işınlanıyorum adeta o günlere, açıyorum kitabımı ve çoğu zaman da herkesten ve her şeyden bağımsız dalıyorum hayallere... 

Hani çok sevilen ve (ben içmiyor olsam da) sipariş etmeye, barda ve ayakta tüketmeye bayıldığımız sabah kahveleri için de bir tavsiyem olacak. Caffe Paszkowski. Dilerseniz burada da oturup keyif yaparsınız elbette, ama İtalyanlar için bşr ritüel olan "barda ve ayakta" kahvesini verdiği keyif bir başka!

Caffe Giubbe Rosse, şehrin yine efsane kahvecilerinden. 1800'lerin sonlarından beri oradalar ve mekanın duvarları dönemi 
incelemek açısından nefis bir örnek. Bu kahve dükkanı beni hakikaten çok mutlu ediyor. Kendimi o sınıfa koymuyorum, ama entelektüel bir bakış açısına sahip birinin de mutlu olmamasına pek imkan vermiyorum.. Duyduğumda çok hoşuma gitmişti; Fransız yazar Andre Gide zamanında bu dükkanda satranç oynarmış.. 

Piazza San Marco'da Gran Caffe San Marco kahvelerinin de tadına bakabilirsiniz.. Burası için şehrin 
en iyi kahve dükkanı deniyor...

 

Dondurma!

İtalya genel olarak bir "dondurma" ülkesi bunu hepimiz biliyoruz. İtalyanların gelato diye seslendikleri bu lezzet Floransa şehri ile de güzel bir ikili olmuş zaman içinde zaten ve bu sayede şehrin hemen hemen her noktasında nefis denemeler yapabileceğiniz gelateria-lar bulmak mümkün. En iyisi "bu" demek pek sevdiğim bir şey de değil bu arada, çünkü damak zevki son derece değişken olabiliyor kişiler arasında.. Kimi krema kıvamını seviyor kimi sert ve daha tok.. Kimi lezzete odaklanıyor kimi ise içeriğe ve artizan olmasına...

Gelateria La Carraia daha önceki seyahatte pek sevdiğim bir dükkandı. Kremsi dondurmalar o dönem daha çok ilgimi çekiyordu çünkü.. Kahveli dondurmayı da ilk orada tatmıştım... Ama artık daha çok artizan yani "artigianale" dondurma peşinde koşuyorum seyahatlerimde. Günlük taze ve doğal malzemeler kullanılmış, yapay şeker ya da renklendirici içermeyen dondurmacılar bunlar. Dondurmaların renkleri diğer tezgahlar gibi parlak ve canlı durmuyor belki ama lezzet ve içerik beni kesinlikle tatmin ediyor.. Grom İtalya'nın birçok şehrinde ve dünyadada birçok şehirde karşınıza çıkan bir dondurmacı. Neticede zincir bir isim ve endüstriyel üretim tarzı yüzünden tercih edin istemem açıkçası... (Lokal olanı koru ve yücelt sevgili okucuyu..)

Badiani'den de bahsetmek istiyorum. Aslında bir pastane burası ve ismide Floransalı bir mimarın isminden alınmış; zira kendisi dondurmanın mucidi kabul ediliyormuş. 

Bu seyahatte artizan dondurma dükkanı La Strega Nocciola oldu benim yeni keşfim. Kırmızı greyfurt ve bitterin ne derece enfes bir ikili olduğunu öğrendim sayelerinde....

 

Aperitivo Time...

Aperitivo İtalya'nın daha çok kuzey şehirlerinde ya da sahillerinde karşımıza çıkan en büyük keyif olduğunu söyleyebilirim. Ben genelde şarap tercih ediyorum bu vakitlerde, ancak bu seyahatte Crema di Melone girdi hayatıma. Benim gibi hafif ama damak keyfini yukarılara taşıyan likör denemeleri yapmayı siz de seviyorsanız, öneririm.

Caffe Sant'Ambrogio şehrin sevilen ve klasik kabul edilen mekanlarından biri. Hava güzelse Sant'Ambrogio Kilisesi önünde nefis bir aperitivo vakti yaşayabilirsiniz ki bu mekanın içeceğinizin yanına sunduğu atıştırmalıklar da oldukça geniş ;) Riffulo'nun arka bahçesi de pek keyifli oluyor bu vakitlerde.. Köprü manzaralı daha turistik mekanlar da seçebilirsiniz elbette, ama ben turistik işlerden genelde uzak duruyorum.. 

Halk arasından uzaklaşıp çok daha havalı ve romantik bir aperitivo vakti olsun, hatta bir de Floransa çatılarına da bakalım derseniz roof bar hizmeti veren birkaç otel ismi de eklemek isterim; Grand Hotel Cavour bu isimler içinde Duomo Katedrali'ne uzansanız dokunacakmışssınız gibi olan konumu ile benim favorim.. Grand Hotel Baglioni'nin roof barı da aynı şekilde enfes bir Floransa silüetini Duomo kubbesini izleme şansı sunuyor.. Hatta B-Roof'ta enfes bir yemek yeme şansınız da var..  Daha ekonomik olsun, ama yine Duomo görelim isterseniz Hotel Medici'yi tercih edebilirsiniz.. 

Aslında Via Tornabuoni'de bulunan ve İtalyanların en sevdikleri aperitivo vakti kokteyllerinden biri olan Negroni'nin ana yurdu yani çıkış noktası olan Caffe Giacosa vardı şehirde.. Orada bir Negroni keyfi yapmadan da şehirden asla dönülmez bana kalırsa, ama ne yazik ki kendisi kalıcı olarak kapanmış durumda.. Oysa hala aramızda olsaydı bir Negroni Antica Formula siparişi verip kadeh tokuşturalım isterdik elbette.. (Sahibi de Cavalli'nin büyükbabası olurmuş bu arada..) Kapanmış bir mekanı da neden yazıyorsun demeyin, zira güzel işleri, güze insanları anmak gibisi var mı?

  

Floransa için daha detaylı bir post yapıp daha önceki deneyimlerim de anlatmak istiyorum mutlaka... Ama önce "ben" seyahatimin sonunda Piazzale Michelangelo'ya da yeniden çıkıp, özlediğim şehre bu enfes panoromik manzaradan doyasıya baktığımı eklemek istiyorum.. Ne olursa olsun bunu yapmadan dönmeyin bu şehirden; zira bir daha bu şehre gelecek olmanın garantisi bile olabilir burada yaşayacağınız anlar.. Hem de her seferinde... 

Bu şehir, bu köprüler ve o inanılmaz etkileyici kubbeye gökyüzünden süzülürcesine bakmanın heyecanı her daim tarifsiz benim için... Karnımda Alpico varken de bunu hissetmiştim, yalnızken de, sevgiliyle el ele manzaraya dalıp gitmişken de... Umarım bir gün Alpico ile çıkacağım Rönesans sanat turumuzda yeniden yaşayacağım bu hisleri.. 


Sevgiler
lulu
x

6 Ağustos 2013 Salı

Floransa - All by Myself

Hayatımda ilk kez kendim için, gerçekten yalnızca kendim için bir şey yaptım.

Önce nefis bir sabah uçuşu ile Bologna'ya ulaştım. Oradan da trene atlayıp benim gibi bir Rönesans aşığı için daha iyisi olamaz dediğim can'ım şehir Floransa'ya kavuştum.. Kavuşma sevincim sonrası ise başladı ben zamanlarım ve devam eden dünyanın en "ben" 4 günü boyunca sakince, ama doyasıya yaşadım an'ı..

Kendimle hakikatle baş başa kaldım bir kere.. Meditasyon sonrası hızla şehir hayatına karışmak zorunda kalmadığım Floransa sabahlarında uzun uzun düşünebildim, yazabildim ve bolca sırtımı Uffizi'nin duvarlarına yaslayarak okuyabildim..

Sanırım 33 yıllık hayatımın en "ben" zamanlarıydı. 

Kendine ihtiyacı olan, kendi sesine kulak vermek isteyen herkesin boyle bir deneyim yaşamasını gönülden dilerim.. Bu ama Floransa olur, ama Şile, ama bir dağ köyü.. Aslında nerede olduğunun da çok önemi olmayabilir bu ihtiyacın karşılığı verildiğinde.. 

Elbette birçok tatlı detay var burada da paylasmak istedigim.. Ancak izninizle önce bayram tatili bir fırsat bilerek Bodrum'un serin sularına doğru yol almak istiyorum... 

Huzurlu bir bayram ve bayram tatili dilerim hepimize.. 

sevgiler,
lulu
x






2 Ağustos 2013 Cuma

NICE Lezzetleri

Selam!

"Nice Şehir Rehberi" olarak başladığım Cote d'Azur seyahatimizin tavsiye edilesi lezzet listesini hazırlamaya da sonunda hazırım. Kısa kısa bilgileri vereceğim kafe, restoran, dondurmacı ve kahvecilerin neredeyse tamamını deneyimleme şansı yakaladık diyebilirim. Bu restoranların çoğu, çok sevdiğimiz Sicimoğlu ailesinin tavsiyeleri.. Aile bir bakıma Nice sakinlerinden de kabul edildiğinden,tavsiyelerin iddialı olduklarını da eklemek isterim.. 

Tavsiyelere evimizin bulunduğu eski şehir bölgesi 
Viuex Nice'den başlamak istiyorum. Notlarımızda olduğu için değil de daha çok şirin ve nostaljik dekoru nedeniyle ziyaret etmek istediğimiz Chez Juliette gerçekten görsel olarak en şirin restoranlarından biriydi.. Lezzetlerinin muazzam olduğunu söyleyemem, ama içtiğimiz soğan çorbasını ve tavuk şinitzellerini çok beğenmiştik. (Ülke sınırlarında tavuk yemeyen bir aile olduğumuzdan, restoran menülerinde "serbest dolaşan tavuk" ibaresini görürsek mutlaka sipariş ediyoruz.)
(Adres: 1 Rue Rossetti)


Juliette'i severseniz yine Vieux Nice sokaklarında bulabileceğiniz, ama lezzet olarak farklı bir konsepte sahip Chez Memere’yi de görsel olarak kesinlikle seversiniz diye düşünüyorum.. Minik minik meze tabalarıyla birçok farklı lezzetin tadına bakabileceğiniz keyifli bir adres kendisi.. 
(Adres: 6 Rue Francis Gallo) 


Vieux Nice'te çok lokal ve streed food mantığıyla hizmet veren La Rossettisserie
adında bir restoran var. Bu küçücük restoranın son derece net bir menüsü bulunuyor. Ya et ya da tavuk seçiyorsunuz ve yanında da şehrin en en en lezzetli Ratatouille tadımını yapmış oluyorsunuz.. (Animasyon filmi sayesinde hemen hemen herkes öğrenmişti, ama yine de geleneksel bir sebze yahnisi diyebiliriz ratatouille için..) Tek sorun yüksek sezonda rezervasyonsuz yer bulunamaması...
(Adres: 8, Rue Mascoinat)



Yine Viuex Nice'te lokal restoranlar listenize "kesinlikle" notuyla eklemenizi tavsiye edeceğim bir Provence restoranı bulunuyor. İsmi; Comptoir du Marche. Ayhan Sicimoğlu "burada öğle yemeği yemeden dönmeyin" demişti bize. Bu yorum sonrası damağımızda oluşacak lezzet patlamasını az çok tahmin ettiğimizden, bu mekanı seyahatin son öğle yemeğine saklayıp, yediklerimizin tadı kelimenin tam anlamıyla damağımızda kalsın istemiştik. Peki ne mi oldu? Muazzam bir deniz tarağı deneyimi yaşadık sayesinde...
(Adres: 8 Rue du Marche)



Eski şehrin dar sokaklarındaki zeytinyağı tenekeleriyle dekore edilmiş Oliviera'yı ikinci Cote d'Azur seyahatimizde denemiştik Alpico ile.. Yorgunduk ve hızlı bir akşam yemeği yemek istiyorduk. Lezzet beklentimiz yüksek olmasa da umduğumuzdan keyifli bir yemeğe oldukça ekonomik bir bütçe ayırdık diyebilirim.. Ayrıca giderseniz restoranın dekorasyonundan da hemen anlayabileceğiniz üzere, kendi zeytinyağlarının da satışını yapıyorlardı..  
(Adres: 8 Bis Rue du Collet)

Chez Marius çok yürüdüğümüz ve yorulduğumuz bir an tesadüfi olarak oturduğumuz, ama yediğimiz midyeden pek memnun kaldığımız keyifli bir adresti bizim için. Massena Meydanı'na fazla uzak olmamasına rağmen, konumu şehrin kalabalığından sıyrılmış gibi bir his yaratıyordu. Biz kendisini bir çeşit "mussels bar" olarak değerlendirip sevdik ki; bu noktada Nice'in en az Belçika kadar iddialı olduğunu söylemek mümkün.. Ayrıca da bebek/çocuk dostu bir mekan oluşu da çok hoşumuza gitti.. 
(Adres: 1 Place Grimaldi)

 

Nice seyahati için önden bir lezzet araştırması yaptığınızda karşınıza çıkacak ilk isim, hemen hemen her restoran menüsünde rastlayabileceğiniz Niçoise Salad olacak. Bol malzemeli ve taze olarak hazırlanan bu rengarenk salata, tipik Provence baharatları ile tamamlanıyor ve Provence-Cote d'Azur bölgesinin gastronomik olarak en ünlü tabağı kabul ediliyor.. Genel olarak tek başına servis edilse de tipik Brasserie restoranlarında et ya da balık yanında garnitür olarak da verildiğini görebiliyorsunuz.. Tek bir reçetesi de yok bu arada salatanın, hatta reçetesinin Fransızlar arasında bir tartışma konusu olduğundan da bahsediyorlar..

Bana göre bu salatanın ana malzemeleri; taze yeşillikler, sebzeler, ton balığı (kesinlikle taze ton balığından bahsediyorum) ve yumurta.. Salata içinde kullanılan soslar ise Provence ya da Nice şehrinde farklılıklar gösterebiliyor.. İçeriğinde ufak tefek farklılıklar olsa da bir Niçoise Salad sipariş ettiğinizde yanına da iyi soğutulmuş beyaz şarap sipariş etmeyi ihmal etmeyin...

Bu salatanın elbette sandviç versiyonunu da yapıyorlar. Adı; Pan Bagnat. Ayaküzeri fresh bir atıştırmalık olarak notlarınızda olsun derim.. 

 

Ah O Baget Sandviçler... 

Fransa'da olunur da dillere destan olmuş çıtır çıtır Fransız bageti yemeden dönülür mü? Peki neden bu baget bu derece lezzetli ve önemli? Öyle, zira devlet baget ekmeklerinin ancak yapıldığı yerde satılabileceğine karar vermiş... Bu ne acayip medeniyet ve kıymet biliş değil mi??

Mahallenin Provence fırını La Fougasserie’den tazecik baget alıp evde ettiğimiz enfes kahvaltıları asla unutmuyoruz, unutmayacağız... ya da ton balıklı baget sandviçlerimizi alıp indiğimiz sahilde geçen plaj saatlerini..... 
(Adres :  5 Rue de la Poissonnerie) 

Sokak Lezzeti...

Socca, şehrin geleneksel street food lezzetlerinden biri ve en çok eski şehir çevresi ve Cours Saleya pazarında ilginizi çekecek denebilir.. Kısaca nohuttan yapılan bir tip bazlama/krep/gözleme gibi düşünebilirsiniz kendisini. İster açlığınızı bastırmak için elde ve dolanırken yiyin, isterseniz restoranlarda ekstra malzemelerle zenginleştirilmiş ve bir miktar pizza görüntüsü verilmiş versiyonlarını tadın, ama mutlaka bir socca denemesi yapmalısınız...

Hatta bu denemeyi Nice Şehir Rehberi'nde de yazdığım gibi; Vieux Nice'teki
Chez Theresa restoranında ya da Cours Saleya'da kurdukları küçük standlarında yapmanızı tavsiye ederim..
(Restoran Adresi: 28 Rue Droite)

Şehirde bir de Pissaladiere ismini duyacaksınız. Bu lezzet aslında bir tip Fransız pizzası, ama tam olarak da pizza sayılmaz.. İnce bir tart üzerine soğan, ançuez, zeytin gibi malzemeler ekleniyor... Buz gibi bir bira işe denemeye değer.. 

Çikolatalı krep ise Fransa sınırlarında her şehirde, kasabada karşınıza çıkacak belki de en eğlenceli sokak lezzeti.. Nice'te es geçemeyeceğiniz bir lezzette kendisi..


Görsel https://www.tasteatlas.com/

Biraz da nitelikli ve havalı akşam yemekleri.. 

Nice'de nitelikli, ama genelin dışına çıkabileceğiniz bir akşam yemeği deneyimi yaşamak isterseniz; Rue de France üzerinde bulunan ve Michelin Guide tavsiyesi olan Japon restoranı Keisuke Matsushima'yı sevinçle tavsiye etmek istiyorum..

Menekşe likörü ve şampanya birlikteliği ile başlayan ve benzersiz bir lezzet şöleni yaşatarak devam eden yemeği, bütçenizi zorlamayacaksa hakikaten listenize eklemenizi isterim. Japon restoranı, ama tastamam bir Japon değil. Nice'te bulunuyor, ama çok da Fransız sayılmaz.. Yani biraz melez bir lezzet deneyimiydi yaşadığımız... 
(Adres: 22 Rue de France)



Fransa sınırlarında olduğumuzda bizim aklımıza gelen ilk havalı yemek kocaman bir deniz ürünleri tepsisi oluyor.. ya da mümkünse katlı bir gümüş tepsi içine yerleştirilmiş çeşit çeşit kabuklular... Yanına da buz gibi bir beyaz şarap.. Mis!!

Biz bu keyfi yerine getirmek için evimize yakın bir adres olan Garibaldi Meydanı'ndaki ünlü Le Grand Cafe de Turin'i seçtik sevgiliyle.. Kafenin portika altında kalan masalarında oturup aşırı keyifli bir öğleden sonra kaçamağı yaptık. (Portica, İtalya'da binaların bir yanı ve üzeri kapalı olup diğer yanları açıkta kalan yürüyüş yollarına deniyor.. Bir çeşit yürüyüş avlusu yani..)

La Petite Maison aslında bu tip bir deniz ürünleri tabağını deneyimlemek için Nice'in en popüler restoranı diyebilirim. Zaten siz de araştırma yaparken mutlaka karşınıza çıkacaktır.. Biz, bu tip bir restoranda ödeyeceğimiz bedeli yaklaşık da olsa tahmin ettiğimizden, tazeliğinden emin olduğumuz çok daha lokal bir deneyim yapmayı tercih ederek Cafe de Turin'i seçtik.. Ayrıca, ciddi bir bedel ödeyeceğimiz akşam yemeği tercihimizi Le Petite Maison yerine Keisuke Matsushima'da kullanmak çok da anlamlı oldu... 



Nice'in bana göre en ikonik restoranı Le Plongeoir! Bu restoranon ikonik kayası üzerindeki masalarda yer bulabilirseniz, dalgaların sesleri kulağınızdayken gerçekten unutulmaz bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.. Kesinlikle tavsiye ediyorum demekten başka bir şey diyemiyorum.. Fotoğraf da konuşuyor zaten... 

Görsel: www.french-riviera-guide.com

Nice'te Aperitivo..

Yemek öncesi aperitiflerini sanıyorum ki sevmeyen yoktur.. Bizim de mahallemiz çok uygundu bu keyfi yapmak için.. Rue de la Prefecture üzerindeki Wayne's Bar ve Master Home lokal halleri ile manzaradan bağımsız en sevdiklerimiz oldu ve kendimizi hakikaten o çevreye ait hissettik bu iki adreste.. Eski şehrin kalabalık günlük yaşamını gözlemlemek isterseniz size de tavsiye ederim.

Promenade des Anglais sahilinde ise sayısız mekan bulunuyor ve hepsinin amacı da bu keyfi yaptırmak sanki.. İşin içine "Azur Mavisi"ni seyre dalmak da olduğundan, biz bu şeritte bulunan oteller içinden Radisson Blu otelinin roof barını tercih ettik.. Beyaz şaraplarımızın yanına ceviche sipariş ederek ilk kez bir ceviche denemesi de yapmış olduk.. Bayıldık..

Aperitivo vakitlerinde kokteyller yerine daha çok şarap denedik biz, zira sıcak yaz günlerinde iyi soğutulmuş bir beyaz şarap (ya da prosecco) ile yaptığımız keyiflerin önüne başka bir seçenek ne yazik ki geçemiyor.. Açıkçası o kadar yoğun şeker yüklemeleri de yapmak istemiyoruz vücudumuza..

Şarap konusuna sevgili özellikle düşkün olduğundan, özellikle Provence bölgesinden nefis denemeler yaptık diyebilirim.. Provence genel olarak roze şaraplarında çok başarılı kabul edilen bir coğrafya imiş ve üretimin de büyük kısmı roze olarak yapılırmış.. Favorimiz, meyvelerden aldığı aromaları çok net hissettiğimiz grenache üzümünden üretilmiş rozeler oldu.. Granache ve cinsault üzümlerinden harmanlanmış bir roze denememiz de çok başarılıydı..  

Beyaz şarap söz konusu olunca, sevgili semillon notarıyla seyahate çıktığı için semillon üzümden elde edilmiş birkaç deneme yaptık, ama yanılmıyorsam sauvignon blanc harmanı da vardı bu şaraplarda, zira tek başına değil de harmanda daha lezzetli olurmuş kendisi... Elbette keyif verdi, anımızı şenlendirdiler... Tavsiye ederim..  
  
Chateau Bellet şarapları ise tüm seyahat içindeki favori denememiz oldu. Aynı yıllanmışlığa sahip değildi elbette, ama yine de Monaco prensi Albert ve prenses Charlene'in düğünlerinde servis edilen bir şarabı deneyimlemek bizim için de büyük bir zevkti!

Son bir not; en uygun ve iyi şarap çeşidini Cours Saleya'da bulabilirsiniz. Seyahat dönüşü eve şişelerle dönenlerdenseniz, aklınızda olsun.. Ancak vaktiniz olur da bağ gezebilirseniz, o zaman tadım da yapar şarap işinizi şansa bırakmazsınız..


Kahve...

Bilen bilir, kendisiyle pek aram yoktur. Hatta ağzıma dahi sürdüğümü söyleyemem, ama yine de yurt dışında özellikle de İtalya'da sokaklar kahve kokar ve sevmeyenin bile içi gider ya o kokuya! Nice'in eski şehir bölgesinde de aynen öyle bir durum vardı benim için.. Sabahları sevgili "Un Cafe" yani espresso içerken o enfes kokunun peşine takılmamak mümkün değildi. Ara sıra kokusuna vurulup (çok da keyif al(a)madığım) kaçamaklar yaptım ben de, ama bir nebze daha yumuşak olması adına Fransızların espressoya süt ekledikleri "
Noisette" ya da cappuccino anlamına gelen "Cafe Cream"i tercih ettim. 

Sevgili, sabah kahve ritüelini genelde mahallemizin tatlı kahve dükkanı Cafe Indien'de barda ve ayakta yerine getirdi. Hoş, Fransızlar pek ayakta kahve içmekten hoşlanmıyorlar anladığımız, ama sevgili sabahları İtalyanlar gibi takılmayı seviyor.. 
(Adres: 2 Bis Rue Sainte Reparate)

Eski şehirde oturarak ve etrafa bakınarak kahve keyfi yapmak isterseniz Delit Delice şirin iç ve dış mekanıyla küçücük bir vejitaryen kafe.. Buraya kadar gelmişken Nice'te artık ikonik olduğunu söyleyebileceğimiz yeşil kalpli pencere panjurunu da görmeden dönmeyin derim..

Mahallemize yakın bir meydan olan Garibaldi çevresinde de iyi kahve adresleri bulunuyor. Multari aslında zincir bir pastane, ama taze ve leziz bir kahve içip yanına da lezzetli bir kuruvasan (her tip dolgulu versiyonu mevcut) ya da çörek alabileceğiniz adreslerden biri. Multari'nin şehrin çeşitli yerlerinde şubeleri bulunuyor.. 

Bean About Town mobil kahve dükkanı ise bize enfes bir kahve deneyimi yaşattı. Eğer 2013 yılı boyunca Nice şehrini ziyaret ederseniz Promenade des Anglais sahilinde kendilerine mutlaka rastlarsınız diye düşünüyorum.. Bu mobil kahve dükkanında kahvelerin belirli bir bedeli bulunmuyor. Kahvenizi içiyor ve bedeline siz kendiniz karar veriyorsunuz.. Ayrıca bu ödeme sayesinde enfes bir sosyal sorumluluk projesine de destek vermiş oluyorsunuz..







Dondurma, tatlı, şekerleme ve elbette macaron...

Dondurma konusunda hem 2013 hem de 2016 yılında Vieux Nice'in üç önemli dondurmacısından Alpico sayesinde aşırı düzenli denemeler yaptık. Bu dükkanlar; Azzurro, Crema di Gelato ve Fenocchio. Favorimiz ise Fenocchio ve bir Nice klasiği olan lavantalı dondurması.. Elbette her dondurmacının tezgahında lavantalı dondurma bulunuyor, ancak Fenocchio'nun lezzeti (artizan bir dondurma olmasa da..) bir başka! Siz de hemfikir olursunuz ki; bu şehir sınırlarında denenecek en lokal lezzet kesinlikle kendisi, ama farklı denemeler peşindeyseniz kaktüs bile denenmiş bu dondurmacılarda.. Hatta bir tezgahta 100 farklı çeşit saydık Alpico ile... 

Nice'in tarihi şekercisi Maison Auer yine mahallemizde olan ve gelip geçerken camına yapışıp kaldığımız bir dükkan.. Açıkçası biz bu tip şekerlemelerin insanı değiliz ve alışveriş yaptığımızı da söyleyemem, ama kim sevmez ki gözümüze iyi gelen, kokusunu alır almaz bizi çocukluğumuza ışınlayan mekanları..?? 
(Adres: 7 Rue Saint François de Paule.)

Fransız pastaları ile yaşadığımız şey AŞK değilse, nedir? Paris bu anlamda bizi zaten belirli bir lezzet seviyesine ulaştırmıştı diye düşünüyorum. Nice'de de evimize pek yakın olan Lac'ta beklediğimiz lezzet seviyesini yakalayınca her gün bir pasta kaçamağı yaptığımızı itiraf etmeliyim.. Lac bir zincir pastane, yani butik bir işletme olduğunu söylemek imkansız, ancak yine de bizi yeterince mutlu ettiğini söyleyebilirim.
(Adres: 12 Rue de la Prefecture)

Macaronun ana vatanı Fransa'dayız ama Laduree demeyeceğim, zira eski şehrin en butik macaron dükkanı Les Gourmandises d’Angéa bize kesinlikle Laduree lezzetini aratmayan bir lezzete sahipti. Ayrıca macaron kutusu koleksiyonumu da zenginleştiren çok cici kutuları vardı... 2013 yılında yalnızca macaron tadımı yapmıştır burada, ama 2016 yılındaki seyahatimizde özellikle dondurmalı dev macaronlarına bayıldık! Denemenizi tavsiye ederim.. 
(Adres: 6 Rue de la Poissonnerie)









2013 yılında yazdığım bu post ve 2016'da yaptığım eklemeler Güney Fransa konusunda ne kadar keyifli deneyimler yaşadığımızı bana tekrar tekrar hatırlattı.. Bu deneyimler üzerine bir kez daha aynı bölgeye gitmeyi, yine aynı evi kiralamayı ve bu kez daha da çok oraya aitmişçesine yaşamayı çok isterim..

Yeniden Akdeniz'de olmak, hem Provence hem de Niçoise mutfağından farklı denemeler yapmak, İtalyan etkisinde kalmış bir Fransız ile daha da derin bir bağ kurmak eminim çok iyi gelir.

Bize de..
Kimbilir belki size de....

lulu
x